Harat şehrinde yoksul bir kişi vardı. Yoksul olduğu kadar da küstah ve kendini bilmez biriydi. Bir gün pazarda dolaşırken bir efendi ile yanındaki kölesini gördü. Kölenin sırtında atlas bir elbise, belinde de altın bir kemer vardı.
Başını gökyüzüne kaldırıp:
“Ya Rabbi,” dedi, “şu efendinin, kuluna baktığı kadar sen kuluna bakmıyorsun. Kula nasıl bakılır, şu efendiden öğren.”
Günler sonra yine o pazardaydı. Padişahın o atlas elbiseler giyen, altın kemerler takan köleleri topladığını gördü. Padişahın adamları onlara olmadık işkenceler ediyor ve “Söyleyin efendinizin hazineleri nerede?” diye soruyorlardı.
O kölelerin hepsi işkenceden ölecek duruma geldikleri halde hiçbiri efendisinin aleyhinde konuşmadı ve sır vermedi.
Bu durumu şaşkınlıkla seyreden yoksulun kulağına şöyle bir ses geldi:
“Ey kula nasıl bakılır, diyen yoksul! Sen de kul nasıl olur gör. Ve bilmiyorsan o efendileri için can veren kölelerden öğren.”
Yoksul adam çok mahcup oldu, yüzü kızardı. Hiç kulluk etmediği halde Rabbi hakkında su-i zandan ve küstahça sözlerinden dolayı tevbe edip af diledi