Hz. Yusuf, eşsiz bir güzelliğe sahipti. Kuyudan, kölelikten ve zindandan kurtulup Mısır’a sultan olmuştu. Ziyaretine gelen bir can dostuna başından geçenleri anlattı. Uzun süre sohbet edip dertleştiler.
Bu arada Hz. Yusuf misafirine ikramlarda bulundu. Misafir dostu da Hz. Yusuf a getirdiği hediyeyi bir paket içinde takdim etti.
Hz. Yusuf paketi açtı, dostunun hediyesinin cilalanmış güzel bir ayna olduğunu gördü. Merak edip, hediye olarak neden aynayı tercih ettiğini sordu. Misafir mahcubiyet içinde şöyle dedi:
“Efendim, dostun evine eli boş gidilemeyeceğini, uygun bir hediye götürmek gerektiğini bildiğimden, uzun zaman sana uygun bir hediye araştırdım. Neye baktıysam hiçbirini sana lâyık görmedim. Bir küçük altın, altın madenine, bir içimlik su, okyanusa nasıl hediye götürülürdü?
“Sana canımı hediye getirdim, desem bile Hindistan’a baharat götürmek gibi bir şey olurdu. Senin güzelliğine lâyık bir hediye olarak en sonunda, senin içinde kendini bulacağın bu aynayı getirmeye karar verdim. Her defasında ona baktıkça güneş gibi parlayan cemalini görür, şükreder ve beni hatırlarsın.”
Hz. Yusuf dostunun hediyesine çok sevindi ve bu ince anlayışından dolayı onu çok takdir etti.