İlk Zombi – Kızıl Korsan Efsanesi
Kızıl saçlı arkası dönük bir çocuk uzakta batmakta olan güneşi seyrediyor yanında annesi ve kız kardeşi var. Aniden kararan hava ve çığlıklar geminin iskelesine ve sancak tarafına atılan kancaların ardından güverteye sıçrayan yüzleri karanlık, bir eli kılıç diğerinde piştovlarıyla(I) korkunç savaş naraları atarak yağma yapan adamlar bunlar Karayip denizinin gemi Korsanları. İri yarı bir Korsan çocuklarını korumaya çalışan annenin çığlık atmaya devam etmesi üzerine kılıcı ile hamle yapıyor.
Kızıl saçlı çocuk annesinin sırtından çıkan kılıcın kanlı ucunun annsinin sırtından çıkan ucunu görüyor. Kılcın çıktığı yerde bir kızıllık, sonra su gibi akmaya devam eden kanın dehşetiyle çığlık atmaya bile korkan çocuk şaşkın, sonra geriye düşen kadının cansız bedeni altında kalıyor. Ağır bedenin altından çıkmaya çalışan çocuk ne kadar çabalasa da çıkamıyor. Çabaladıkça karanlık onu sarıyor aynı karanlıkta suyun içinde olmak gibi sonunda o çocukta hareketsiz kalıyor.
Asılı hamakta sallanmakta olan Kızıl sakal büyük bir gürültüyle yere yuvarlanıyor. Kan, ter içinde yerde bir müddet kendine gelmeye çalışıyor. Ayağa kalkıp rom şişesini eline alıp birkaç yudum içtikten sonra, gösterişli üçgen kaptan şapkasını başına koydu ve loş odanın kapısına doğru ilerleyerek, kapıyı iterek açtı gözüne vuran ışığı elini şapkanın siperliğine koyarak güverteye adım attı.
Kaptanın kapısının önünde elinde küçük bir şişe romla sızmış ayakları çıplak sırtındaki yelek adeta yapışmış zayıf ve ince bir adam horluyor. Kaptan sertçe adamın kıçına tekmeyi basarak kükredi “Kalksana tembel herif! Nerede benim kahvaltım?” adam yerde kıvranıp acele ile yarı uykulu “Hay, hay Kaptan hemen” diyerek geminin mutfağına koşturdu. Bu gürültü güvertede uyuyan diğer adamları da hemen hareketlendirmişti.
Kaptan arkasını dönerek Kaptan köşkünün üzerinde bulunan merdivenleri tırmanıp geminin dümenin bulunduğu yere tırmandı. İkinci kaptan, kaptanın yakın arkadaşı ve dümenci İrlanda’lı Pat Emerson “Tim bu ne halin gene aynı rüya mı?” Kaptan eliyle işaret edince Pat eline aldığı rom şişesini kaptana uzattı.
Kaptan bir yudum çekip geri verdikten sonra “Pat bana öyle seslenmeni istemiyorum, evet çocukken yaşadıklarımızı unutamıyorum, her gece aynı şeyi yaşıyorum ve bu nefret ettiğim iş ve insanları artık ben idare ediyorum” İkinci kaptan Pat “Artık bence o kadar düşünmemelisin. Kaderimiz bu artık ve bundan kaçışımız yok” Kaptan başıyla onu onayladı. “Belki de haklısın ama farklı bir yaşamımız olabilirdi diye düşünmediğim tek bir gün yok” İkinci kaptan Pat “Bir yerlerde çiftçilik yapıyor olabilirdik,domuz yetiştirip, tavukları yemleyen biri olarak kendimizi hiç hayal edemiyorum ” Güverteden demin tekmelenen Korsan seslendi “Kaptan kahvaltınızı masanıza bıraktım” Kaptan, Pat’ın omuzlarını sıvazladıktan tekrar Kaptan köşküne girdi ve gür sesiyle “Tepsiyi bırak ve defol” Kahvaltı tepsisin de biraz üzüm, elma, bir dilim kuru ekmek, bir fincan kahve bulunuyor. Kaptan fincanı eline alıp yavaşça kahvesini yudumlarken güvertedeki ana direğin tepesindeki gözcü bağırdı.
“Ufukta bir gemi, ufukta bir gemi var” Kaptan Kızıl sakal elindeki kahveyi bırakıp dümencinin yanına çıktı kocaman katlanabilir dürbünü açıp baktı. İkinci kaptan Pat’a dönerek “İngiliz sanırım, ticaret gemisine benziyor, Brik tipi, ele geçirebilirsek işimize yarayabilir.” Kızıl sakal bağırdı “Toplar hazır edilsin bayrak ve yelkenler açılsın, tam yol ileri ” bir anda gemi güvertesi hareketlendi kaptan sağa sola emirler yağdırıyor ağzından küfürler saçılıyordu. “Sersem herifler sallanmayın, hey sen geri zekâlı ne yapıyorsun? hemen silah başına, çocuk boş durma topla şunları ayak altından, güverte topları hazır mı?” Ana direğe çekilen siyah Korsan bayrağı üzerinde, diz çöküp çığlık atan beyaz bir iskelet kırmızı kalbinin üzerine eğik bir Korsan kılıcı saplanmış kılıcın ucundan kan damlar vaziyette duruyor.
Bu kızıl sakalı simgeleyen korsan bayrağı. Bayrak en tepeye geldiğinde karşı gemi’nin güvertesinde de savaş hazırlıklarının başladığı görülebiliyordu. Korsan gemisinin mürettebatı böyle durumlara hazırlıklı olduklarından, silahlarını kontrol etmeye bile gerek duymadan gemiye kanca atılacak yakınlığa gelmesini bekliyorlardı. Bu bekleyiş sırasında ellerine aldıkları ipli kancaları hava da sallamaya başlamışlardı. Bazı Korsanların elinde kargı denilen İspanyol askerlerinin sıkça kullandığı bir yüzü balta diğer tarafı kanca şeklinde mızrakları hazırladılar. Arka planda daha genç çocuk yaşta sayılan Korsan yada miçolar ise ellerine aldıkları uzun düz kerestelerle karşı gemiye geçişi sağlayacak geçici köprüler kurmaya hazır bir vaziyette beklemekteydiler.
Gemiye birkaç metre kalmıştı ki top atışları karşılıklı olarak başlamıştı. İngiliz ticaret gemisi Pruvasına(II) yerleştirdiği küçük topu üçüncü kez ateşlediğinde, isabet alan Korsan Gemisi’nin küçük direği ortasından kırılıp elinde kalas tutan iki Korsanın üzerine düştü. Karşılık veren korsan gemisi, ticaret gemisinin güvertesine ağır bir hasar verdi.
Hemen akabinde ellerindeki kancaları ardı, ardına ticaret gemisinin güvertesine sallayan Korsanlar çekerek karşı geminin güvertesine sıçramaya başladılar. Ticaret gemisinin mürettebatı bu tarz durumlara alışık olmayan daha önce savaş görmemiş kişilerden oluştuğundan gerektiği gibi karşılık veremediler. Atılan kancaların iplerinden bazılarını keserek kurtulmaya çalışsalar da bunda başarılı olamayıp kısa zamanda birçoğu kılıçtan geçirildi. Kalan yirmi kadar mürettebat güvertede çembere alınmış, etrafı korsanlar tarafından sarılmıştı ve hiçbir şansları yoktu.
Korsanlar bu işten zevk alarak yaptıklarından, onların hamlelerini bir çırpıda savuşturup onlarla adeta dalga geçiyorlardı. Savaşın kaderi kesinleşip yaklaşık on üç kişi kaldıklarında hala karşılık verme çabasındayken. Kızıl korsan olanca ihtişamı ile belindeki Piştovu havaya kaldırıp ateş etti ve bağırdı.
“Yeter artık bu kadar kepazelik, atın ellerinizdekileri”
Birden kılıç sesleri yerini sessizliğe bıraktı. Korsanlar kılıçlarını kınına sokarak iki adım geriye doğru gittiler. Bunu gören ticaret gemisinin Mürettebatı buna uyup ellerindeki kılıçları yere attılar. Kızıl korsan ele geçirilen gemi mürettebatını tiyatrocuların verdiği selama benzer bir şekilde selamlayıp. “Beyler sıraya geçin, hepinizi verdiğiniz onurlu mücadele için tebrik ediyorum.” Yer de yatan birkaç korsanı göstererek devam etti “Bizim de sizin kadar olmasa da kayıplarımız oldu ve o kayıpları telafi etmem gerekli aranızdan bazı şanslı azınlık bu şansa sahip olabilecek, Pat benim ikinci kaptanım bu seçimle o ilgilenecek, Pat sen izah et derhal yola çıkalım” Kızıl Korsan konulan kalasların üzerinden kendi gemisinin dümen kısmına geçip olacakları izlemeye başladı. İkinci kaptan Pat “Evet centilmenler, eğer bizim aramıza katılmak istemeyen varsa şimdi bir adım öne çıksın. Seçildikten sonra böyle bir şansınız olmayacak beyler”
Bir süre bekleyişten sonra şık giyimli başında beyaz peruk taşıyan halinden asaleti belli yolcularından birisi bir adım öne çıktı. “Ben 9.Kraliyet topçu birliğinden Teğmen George Harrison, bu yaptığınız küstahlığı efendimiz kralımız cezasız bırakmayacaktır, bu saçmalığa katılmam mümkün değil” Pat Korsanlar arasında sinek kaydı traşı ve şık giyimiyle zaten farklı olan giyimiyle üzerinde kirlenmiş beyaz gömleğin yakasını düzelterek kendisine biraz çeki düzen vererek “Kusura bakmayın Teğmen, Kralımıza sonsuz saygımız var. Onun bir askerini taşıyan gemiye saldırmış olduğumuz için bizi affedin öyle olmasını istemezdik, kabalıklarını mazur, görün adamlarıma saygılı olmayı asla öğretemedim lütfen özürlerinizi kabul edip krala iletiniz.” Diyerek başını eğdi. İngiliz Teğmen büyük gururla başını yukarı dikip aşağılar bir biçimde Pat’a doğru bir bakış attı.
Bundan destek alan iki adam aynı Teğmen gibi bir adım öne çıktılar. İkinci kaptan eliyle öne çıkan diğer adamlara Teğmen’in yanına ilerlemelerini istedikten Teğmenin tam karşısına geçip eliyle çenesini sıvazladı. Onun etrafında birkaç tur attıktan sonra kibar bir dille ”Ancak Teğmen tüm bunlara rağmen, uymamız gereken protokol ve kurallar ışığında bir sorunumuz var.” Teğmen o gurulu duruşunu bozarak tedirgin bir vaziyette kaşlarını çatarak “Neymiş bu sorun? Hem Majeste..” İkinci kaptan Pat elitle sus işareti yaparak “Şıı şıı Teğmen, dinlemeyi öğrenmelisiniz, yaptığınız büyük kabalık, ilk sorun ben bir İrlandalıyım, ve İngilizlerden nefret ediyorum zerre umurumda değilsiniz, ikincisi Majestelerine selam söyleyin o kibirli kafasını kıçına sokabilir, üçüncüsü fark ettiniz mi? bilmem tam on üç kişisiniz ve bu size uğursuzluk getirebilir.
Yüzbaşı sinirli bir şekilde “Ama az önce izah..” Pat yine onu eliyle sus işareti yaparak “Teğmen, bu ne talihsizlik yine lafımı kesiyorsunuz. Kızıl korsan tarafından Feth edildiğinizi ve denizlerin Kralının o olduğunu anlamalısınız. Hem bu yaptığınız sözümü kesmeniz bir cezayı hak ediyor tüm saygımla” diyen İkinci Kaptan Pat Teğmeni tekrar selamladıktan sonra sol elini üzerinde tuttuğu kılıcı havada salladı.
Teğmen ve yanında duran iki adam diz çökerek yere düşerken İkinci kaptan Pat’ın beyaz gömleğine ve yüzüne biraz kan sıçramıştı. Pat sırada duran diğer adamlara dönerek ”Bu uğursuzluk mevzusunu hallettiğimize göre işimize bakalım “ İkinci kaptanın işaretiyle korsanlar esir mürettebatı her birinin karşısına bir arkadaşı gelecek şekilde durdurup önlerine birer bıçak koydular. Pat anlatmaya başladı. “Evet beyler dediğim gibi kısıtlı sayıda yerimiz var o yüzden elinizi karşıdakinden hızlı tutmalısınız. Acele edin” Korsanlar kendilerine ihanet edilmemesi için aralarına alınacak kişilere cezası idam olan bir suçu işleterek onları kabul eder böylece o kişi kaçmaya yeltenemezdi.
Ticaret gemisinin mürettebatı bu işi yapmaya gönüllü olmada da yapmamaları halinde öleceklerini biliyorlardı. Biraz tereddüt evresinden sonra kendi dostlarını birer, birer öldürmeye başladılar. İlk dört sırada yerdeki bıçağı ilk kapana kişiler korsanlara katılma şansını yakalamıştı. Sadece en son sırada duran şişman kısa boylu adam ve karşısındaki yaşlı adam hariç şişman olan “Bunu yapamam, mümkün değil” diyerek ağlıyordu. İkinci kaptan Pat gayet soğukkanlı o adama arkadan yaklaşıp neyse “Dört kişi de yeterli” dedikten sonra çektiği silahıyla karşıdaki yaşlı adamı vurdu. Ardından kılıcına davranıp şişman adamın boğazını kılıcı ile kesti. Pat adamlarına dönüp “Jim, Peter, Andre, Pedro, juan siz bu gemide kalın diğerleri yerlerimize hedefimiz Hispanyola(III) adası açıkları, bu gemiyi de tamir etmeliyiz. Hadi yelken açıyoruz”
Sakin bir hava da geçen altı günlük bir yolculukla Hispanyola adasının batı kıyısına ulaşıldı. Ele geçirilen İngiliz ticaret gemisindeki mallar ana gemiye aktarıldı. Bu arada ana geminin hasar gören yerleri bir çırpıda onarıldı.Ticaret gemisi adanın batı kıyılarındaki ormanlık ve kum sahilinde karaya oturtularak bakıma alındı. Bu tamirat işleriyle tabi ki ikinci kaptan Pat ilgilenirken, Kızıl korsan idaresindeki gemi Port au prince limanına demirleyerek birkaç gemiden ele geçirilen ganimet ve mallar burada satılmak üzere indirildi. Kızıl kaptan gemiden inmeden “Ramirez, sen bundan sonra ikinci kaptanımsın. Pako sen bu limanı iyi biliyorsun dikkat et ucuza gitmesin” dedikten sonra oradan ayrıldı.
Karanlık ve izbe Ara sokakta bulunan batakhanelerin en ünlüsü “Dans eden kurtlar (Dancing Wolves)” meyhanesine geldi. Burası eski korsan Kaba sakalın ikinci kaptanı Charles Beanthon tarafından işletilirdi. Kızıl sakal meyhaneye adım atar atmaz arkasından sessizce yaklaşan yaşlı bir adam ona tüfeğini doğrultup “Hey pis korsan ellerini havaya kaldır, Biz burada korsanları asarız” dedi. Kızıl sakal sakince ellerini havaya kaldırarak iki yana açtı sakin ve yavaş adımlarla elinde tüfek olan yaşlı adamın üzerine doğru yürüdü. Sonra onu tutup sıkıca iki omzundan tutup sarıldı ve bağırdı “Seni hala burada görmek ne hoş ihtiyar tilki hala hayattasın” yaşlı adam tüfeğini indirerek “Hadi oradan! amatör balıkçı. Beni nerede bulmayı umuyordun? İki metre toprağın altın da mı?” dedikten sonra bir masaya doğru yöneldi bara tüfeğini dayadıktan sonra büyükçe bir rom şişesi ve iki bardak alarak Kızıl korsanın oturduğu masaya oturdu. Yaşlı adam anlatmaya başladı .
“Hey! Tim durumlar artık eski günler de olduğu gibi kolay değil, gittikçe de zorlaşıp kötüye gidiyor. Yeni İspanyol vali vergilerle halkı sömürüyor. Halk yoksul, İngiliz gemileri sahili sıkça yağmalıyor.Ben de hayatta kalmaya çalışıyorum. Sende durumlar nasıl?”
Kızıl sakal bir bardak rom’u bir dikişte içtikten sonra “Charles, haklısın bundan dokuz hafta önce Jamaika’nın doğusundan yelken açtık, üç şalopa yağmaladık, iki hafta önce İspanyol ticaret gemisi sandığımız gemi meğer askeri bir tuzakmış. Kaçarak izimizi kaybettirdik buraya gelmeye karar verdik yolda şansımıza bir İngiliz gemisi bulmasak elimiz boş gelecektik. Anlayacağın denizde de yaşam zor.” Yaşlı adam elini kızıl sakalın omzuna koyarak “Yine de gelmene sevindim Kaptan, Marry’ e yukarı’daki odanı hazırlatayım” dedikten sonra merdivenlerden yukarı karken bağırıyordu. “Marry, Marry nereye kayboldun şişko cadaloz, misafirimiz var.” Kızıl sakal sıkıntılı deniz yolculuğundan sonra rahatlamış vaziyette içkisini yudumladı. Çok geçmeden mürettebatı da ona katıldı.
Neşeli geçen akşam sonrası Kızıl sakal, sabah Baş ağrısı büyük bir gürültü ile uyandı. Aşağıdan gelen boğuk bir ses ve kırılan şişe sesleri üzerine apar topar kılıcını ve tabancasını beline tutturdu, gece kendinde olmadığından ayağından çıkarmadığı çamurlu çizmesi zaten ayağındaydı. Masa üzerinde bulunan köşeli süslü şapkasını başına takarak aşağıya indiğinde süslü kıyafetler içerisindeki bir İspanyol subay yaşlı Charles’i yerde tekmeliyordu, arkasında yerel halktan biri olduğu açıkça görünen esmer orta yaşlı, beyaz gömlekli, renkli eteklikli genç bir kadın sıkıca bağlanmış vaziyette arka tarafta bulunan askerlerden birisi tarafından tutulmaktaydı.
İspanyol subay Yaşlı adamı tekmelemesinden hıncını alamamış olacak ki, parıldayan kınından çektiği subay kılıcını Charles’a saplamak için hamle yaptı, ama merdivenlerden inen Kızıl sakal pala şeklindeki kılıcı ile onu engelledi kılıcın sapı ile suratının ortasına bir yumruk geçirdi. Bunun üzerine ellerinde tüfek tutan diğer yedi asker silahlarını Kızıl sakala yöneltti.
Olayların olduğu ana kadar meyhane de ölü gibi yatan Kızıl sakalın mürettebatı aniden canlanıp bellerindeki Pistov silahlarını çekip askerlere doğrultmuştu. Bunu gören askerler pabucun pahalı olduğunu görerek silahlarını indirdiler. Kaptan yaşlı adamı ayağa kaldırdı. Bitkin ve hırpalanmış Charles “Tim bunu yapman çok aptalca, diğer taraftaki dostlarımla buluşmama müsaade etmeliydin” Kızıl sakal gülümseyerek “Bu yaptığım ilk aptalca iş değil bir korsan dostlarını asla yalnız bırakmaz. Hadi ihtiyar gidelim”
Yaşlı adam başını iki yana salladı “Benim korsanlık günlerim artık sonra erdi. Sen git ben Marry’i ölüme terk edemem. Öleceksek birlikte ölürüz” O sıra yaşlı Marry koşarak gelip ona sarıldı Kızıl sakala dönerek “Teşekkürler Kızıl çocuk” dedi. Korsanlardan birisi “Kaptan bunları ne yapacağız?” diye kaptana sordu. Kızıl sakal bir yandan kadının iplerini kılıç la keserken dışarı çıkarın hepsini diye seslendi. Kızıl sakal kadına dönüp “Sen bizimle gelsen iyi olur kadın” diye seslendi kadın başıyla sessizce onu onayladı. Kapının önüne çıktıklarında ara sokakta ip gibi dizilmiş elleri hava da İspanyol askerleri bekliyordu.
Kızıl sakal aslında onları öldürme niyetinde değildi başlarındaki subaya elindeki silahı göstererek “Benim dostlarıma sataşanlar beni karşılarında bulur” dedi. İspanyol subay Kızıl sakalın çizmesine tükürerek “Sizin gibileri asmalı, bir daha ki sefere seni öldüreceğim ” diye tehdit edince Kızıl sakal kıp kırmızı olmuş bir vaziyette kükredi “Bir daha ki sefere mi? Bir daha ki sefer olmayacak” diyerek subayı başının tam ortasından vurunca diğer korsanlar da askerlere ateş açtı.
Diğer yedi asker de komutanları ile aynı kaderi paylaşıp kanlar içinde yere yuvarlandılar. Silah sesleri şehir de yankılanınca , şehir meydanına hakim tepe üzerindeki garnizondan devriyeler hızla dışarı çıkmaya başladı. Liman yakınlarındaki askerler limanı ablukaya almaya giriş ve çıkışı engellemeye başlamıştı. Liman yakınlarındaki kurulu halk pazarında bir anda koşuşturmanın, kaçışan insanların ardından orada şehir sakinlerinden kimse kalmadı. Kızıl sakal için işler pekiyi değildi.
Kızıl sakal ve beraberindeki on iki denizci limanın olduğu son sokağı döndüklerinde on kadar asker diz çökmüş tüfeklerine süngüleri takılı ateşe hazır vaziyette onları bekliyordu. Kızıl sakal arkalarından onlara yaklaşan adımların onların şanslarını gittikçe azalttığının farkındaydı. Kılıcını yavaşça kınına koyarak adamlarına da aynısını yapmalarını söyledi. Elleri hava da limandaki askerlere yanaşarak onların komutanına karşıdaki gemisi “Son Şans(Last Luck)” isimli gemisini göstererek “Sadece buradan gitmek istiyoruz. İzin verin gemimize geçelim aradığınız biz değiliz”
Liman subayı ayağa kalkıp askerlerin arkasından birkaç adım ileri giderek “Silah sesleri duyduk ne olduğunu? Öğrenene kadar bu limandan kimse ayrılamaz o yüzden bir süre olaylar açıklığa kavuşana kadar bekleyeceksiniz” Askerlerin siper aldığı kumsalın kıyıya vurduğu suların altından su kabarcıkları ve bir sürü karartının kıyıya doğru yaklaştığı görülüyordu. Çok geçmeden karartılar başlarında örtü bağlı altı korsanın ağızlarında birer hançerle ses çıkarmadan karaya ilerledikleri anlaşıldı. Başlarında Kızıl sakalın limana bıraktığı Pako isimli esmer Meksika yerlisi bulunuyordu. Yavaş ve sessizce subaya arkadan yaklaşıp onun gırtlağına bıçağı sokunca ses çıkarmadan yere yığıldı Pako ile gelen diğer adamlar askerleri arkadan gafil avlayınca tek el ateş edemeyen askerler etkisiz hale getirilmişti.
Kızıl sakal ve adamları gemiye doğru koşmaya başladıklarında artık çok geçti mahalle arasından bir sürü asker onların yollarını kesmek için yetişmişti bile Kızıl korsan eğilerek yerde yatan askerin üzerinden iki silahı alıp beline soktu. Adamlarına eliyle hadi ilerleyin diyerek işaret yaptıktan sonra yerde duran tüfeği alarak ateş etti ama artık çok geç kalmıştı. Bir adamı vurularak yere düştü kaptan bir yandan askerlere silahın dipçiğiyle ve süngüsüyle karşı koymaya çalışırken bir taraftan “Hadi gidin binin gemiye” diye bağırıyordu Limandaki yük indirilen tahta iskele üzerindeki babalara bağlı gemi halatı bir yandan çözülmeye çalışırken bir taraftan gemiden askerlerin üzerine ateş ediliyordu.
Bu ateş kendi adamlarını da vurabileceğinden tek tük emin olunan hedefe yapılıyordu. Birden tüm liman askerle dolu vermişti atlı süvariler bile limanda gemiye doğru ateş ediyorlardı. Kızıl sakal ve adamları gemiye neredeyse varmıştı. Askerlerin açtığı yaylım ateşi arkadan gelen korsanlardan üçünü yere yıktı. Kızıl korsan bacağından aldığı kurşun yarasına aldırmadan adamlarına bağırdı “Kadını gemiye götürün” yere düşen adamlarını almak için geri hamle yaptı ama askerle ona yetişmişti. Düşen adamlarından birini elinden tutup kaldırdı. Askerlerden birisi süngüsünü Kızıl korsanın karnına sapladı. Kaptan onu sapladığı tüfekten tutarak savurdu asker denize düştü.
Hemen belindeki silahı alan Kızıl korsan öndeki askeri vurup düşürdü, boşalan silahla ona yaklaşan askerin başına silahın kabzasıyla vurduktan sonra, boş tabancayı hemen arkasındaki askerin başına fırlatıp onu da yere düşürdü. Hemen ikinci silahı çekip en yakınındaki askeri de vurdu, elindeki boşalan silahı hemen arkasındaki askerin suratına fırlatıp yere yıktı. Sonra kılıcını çekerek ön sıra daki askeri geri püskürtüp kaçmak gemiye doğru döndüğünde bir mermi karnından, diğeri omzundan olmak üzere vurulmuştu.
Kızıl sakal gemiye kendini zor bela atabilmişti, tüm mürettebat gemiye bindiğinde gemi hareket etti. Askerler arkalarından hala ateş ediyorlardı. Kızıl sakal zorlukla nefes alarak “Ramirez, Batı’ya yelken açın, gemiyi Patı bıraktığımız kumsala yönelt. Bu arada adamlarım sağ salim binebildi mi?” Ramirez “Evet kaptan hepsi bindi” dedi ama limanda yerde iki denizcinin cansız bedeni yatıyordu. Pako ile giden adamlardan biri aynı kaptan gibi güvertede yaralıydı. Kızıl kaptanın sesli soluk alması birden durdu gözleri açık şekilde gökyüzüne bakakalmıştı. Korsanlar hep birlikte “Kaptan! Kaptan!, öldü galiba ”sesleri duyuluyordu. O zaman kadar sessizce kenarda duran kadın “Hadi vakit kaybetmeden onu içeri taşıyın onu tekrar yaşatabilirim” dedi.
Korsanlar kendi aralarında uğultu şeklinde
“Gemi de bir kadın var”
“Evet, bu uğursuzluk”
“Onu gemi den atalım mı? Ramirez ”
Ramirez yüzünde derin bir kılıç yarası olan kısa sakallı kafası çok çalışmayan iri kıyım bir korsandı. Kafasını kaşıdı. “Şey aslında sizinle aynı fikirdeyim ama kaptan’ın arkadaşıydı.”
“Kendine gel dostum artık o öldü, kaptan sen sayılırsın.”
“Haklısınız ama o Kaptanı tekrar yaşatabileceğini söyledi. Sanırım dediklerini yapsak daha iyi olacak. Hem Pat bu işe ne der. Ona da bir sorarız.”
Ramirez bir süre duraksadıktan sonra “Hey siz ikiniz kadının dediklerini yapın bakalım, kaptanı yaşata bilecek mi?”
Esmer güzeli kadın “Benim adım Dursilla Vudu rahibiyim, eğer onun bedeni soğumadan karanlık bir odaya taşırsanız bir şansımız olabilir. Bana canlı bir tavuk yada keçi lazım çabuk acele edin.”
İki korsan Korsan Kızıl sakalı, Kaptan köşküne taşıdılar. Güvertenin altından bulunan kafeste tutulan tavuklardan birisini getirip Dursilla verip izlemeye başladılar. Dursilla Kızıl sakalı masaya yatırıp, masanın etrafına rafta duran bir kavanoz tuzla çember çizdi. Eline aldığı bir bıçakla çemberin ortasına garip şekiller çizdikten sonra bıçağı masaya sapladı ve onu izleyen korsanlara dönerek “Beni yalnız bırakın” dedi. Korsanlardan durumdan hoşnut olmamıştır ki “Hey sen de kim oluyorsun da bana emir veriyorsun, be kadın” diye çıkıştı. Diğeri “Dostum Ramirez’i duydun çıkalım” diyerek onu kolundan tutup kapıdan dışarı çıkardı. Ramirez Kapının önünde üzüntülü bir şekilde beklerken iki adam dışarı çıktı. Ramirez “Kaptan ne durumda?”
İki adam umutsuz bir biçim de başını salladı. “Bilmiyoruz, Kadın bizi dışarı çıkardı” dediler. Ramirez meraklı gözlerle başını kapının dışına dayayıp dikkatle dinlemeye başladı. İçeriden Dursilla’nın tekrarlayıp durduğu bir nakarat duyuluyordu, daha önce birçok liman ve ülke gezmiş Ramirez bile bunun hangi dilde olduğunu anlayamamış merakla dinliyordu. Dursilla Kimsenin anlamadığı bilmediği eski kadim bir dille söylenen nakaratı her tekrarladığında daha hızlı ve daha coşkulu söylüyor kendini kaybetmişçesine elinde tuttuğu tavukla birlikte tuhaf dansa benzer bir hareketler yapıyordu. Bu hareket ve sözler gittikçe hızlandı, hızlandı. Dursilla sözleri tekrar ederken yavaşça masaya sapladığı bıçağı çıkarıp sözleri tekrar etmeye devam etti.
Aniden tavuğun başını gövdesinden ayırdı. Çırpınıp duran tavuğun akan kanlarını daha önce çizdiği çemberin içine damlattıktan sonra aldığı küçük bir kâse’nin içine bir miktar kan doldurdu. Boynun da bağlı küçük torba içerisinden bir miktar tozu bu kâse’deki kanla karıştırdı. Artık hareket etmeyen tavuğu yere bıraktıktan sonra diz çöken Dursilla iki avucuna aldığı kan dolu kâseyi masa üzerinde yatan kızıl sakala doğru yöneltip bazı dualar mırıldanmaya başladı. Kızıl korsanın yüzüne köşe de duran hokkadan aldığı mürekkeple bazı tılsımlı yazılar şekiller çizdi, tasın içerisinde bulunan kana parmaklarını batırıp bunu Kızıl korsana dualar eşliğinde serpti.
Dursilla kâseyi iki acunun içerisinde bir müddet ceset üzerinde gezdirdikten sonra Yatmakta olan Kızıl korsanın dudaklarını aralayıp kalan kanın tamamını ağzından içeri boşalttı. Sonra hızlı dansına bir süre devam ettikten sonra aniden dansı ve büyülü sözleri bitirdi. Cesedin yanına yaklaşıp iyice süzüp kontrol etti ama her hangi bir değişiklik yoktu.
Bu arada denizde peşlerine askeri İspanyol kalyonu düşmüş pupa yelken yaklaşmaktaydı. Deniz tecrübesi olmayan Ramirez hiç bu duruma düşeceğini aklının ucundan dahi geçirmemişti, ne yapacağını açıkçası o da bilmiyordu. Eli ayağına dolaşmış bir şekilde güvertede dolanıyor, sinirle tırnaklarını kemirip etrafa anlamsız emirler veriyordu. “Topları hazırlayın, herkes silah başına, kancalar hazırlansın, kalaslar emrimle İspanyol gemisinin güvertesine konulup tırmanılacak ” Korsanlardan birisi “Ramirez , iplerle belki ama koca kalyona kalaslarla nasıl tırmanacağız? Hepimiz öldük, eğer kaptan burada olsaydı o ne yapılacağını bilirdi. Şimdi hepimizi yakalayıp Hispanyola limanında sallandıracaklar.” Askeri gemi pruva toplarının menziline aldığı gemiye ateşe başlamıştı bile.
Top atışları hedefleri bulmasa bile korsanların moralini bozmaya yetmişti. Korsan gemisinin sancak tarafına arka, arkasına güller düşmeye başlamış neredeyse isabet edecek pozisyona girmeye başlamışlardı. Özellikle üçüncü atışla gelen gülle neredeyse gemiyi yalayıp korsan gemisinin önünde suların yukarı doğru sıçratmıştı. Ramirez sertçe “Mızıldanmayı kesin Kaptan öldü, Artık Kaptan benim beni dinleyip bana itaat edeceksiniz, yoksa ciğerinizi deşip martılara yem ederim şimdi sallanmayın” bu sıra da kaptan köşkünün kapısı büyük bir gürültü ile açıldı. Korsan Kızıl sakal dik bir vaziyette dışarı adımını attı. Hemen arkasında Dursilla gururla ve gülen bir yüz ifadesiyle biraz daha geri de kalıyordu. Kaptan sinirli bir şekil de “Bu gürültü de ne? Ramirez, hem artık kaptan olduğunu mu duydum?” Ramirez Korku ve şaşkınlık karışımı bir suratla “Şey kaptan sen demiştin ya yokluğunda kaptan ben olacaktım” Kızıl sakal eliyle sakalını ovuşturup “Şey! Haklısın öyle demiştim, peki gürültü de neyin nesi? Rahat bir uyutmadınız beni ” Ramirez “Aslında kaptan, sen uyumadın ölmüştün, arkamızda Hispanyola valisinin gönderdiği gemiler ve bizi yakalamak üzere” Kaptan yelken direklerine bakıp “Ramirez seni aptal, onların bize yetişmesine şaşmamalı, büyük yelkenleri neden açtırmadın?” Ramirez “Şey kaptan aklıma gelmedi.
Hemen açalım” Kaptan sinirli bir şekilde adamlarına baktı hepsi ellerinde kalas ve çengellerle bekliyordu. Kızıl sakal kendisine hakim olamayıp güldü “Bu haliniz nedir? Arkamızdakini o küçük ticaret gemilerinden mi sanıyorsunuz? Gemi bizden çok yüksekte kalaslarla mı? ele geçirmeyi planlıyorsunuz?” adamlardan birisi “Kaptan bu Ramirez’in emirleriydi ne yapalım?” Kaptan “Artık kaçmamız için çok geç peki biz de onlara saldırırız. Tüm yelkenler fora, toplar doldurulsun” Kaptanın emirlerinden sonra güverte bir anda hareketlendi.
Kaptan bir yandan emirler yağdırıp bir yandan “İşe yaramaz solucanlar daha hızlı, iskele tarafındaki topların iplerini kesip, hepsini sancak tarafına taşıyın” Ramirez “Yanlış mı duydum? Kaptan, topları taşımak” Kaptan “Hayır aptal sende aşağı inip onlara yardımcı ol, sancak tarafında ateş edebilecek pozisyona kaydırın hepsini çabuk işe yaramaz aşağılık mahlûk” dedi ve bir tekme ile Ramirez’i kaptan köşkünün merdivenlerinden aşağı yuvarladı. Yelkenlerin açılmasıyla gemi atış menzilinden biraz olsun çıkmıştı ama tam olarak kurtulduğu söylenemezdi. Kızıl sakal hemen dümencinin yanına gelerek dümeni devraldı.
“Ramirez , seni işe yarama serseri neredesin?” Ramirez kekeleyerek “Geldim kaptan, emriniz?” Kaptan “iskele tarafından demir atmaya hazır olun, Tüm topçular yerlerine ilk ateş emrimle sancak topları ikinci emrimle iskele tarafından gelen toplar ateş edecek elinizi çabuk tutup tekrar doldurmaya hazır olun” bir süre sonra kaptan yelkenlerden bazılarını kapattırdı. Korsan gemisi tekrar ateş menziline girmişti. İspanyol gemisinin soluğunu enselerinde hissede biliyorlardı. Tüm korsanlar sus pus olmuş heyecandan derin nefesler alıp veriyor kaptandan gelecek emrin zamanını bekliyorlardı.
Kızıl korsan, diğer geminin istediği yakınlığa geldiğini hissettiğinde “iskele tarafından demir atın” dedi demirin atılmasıyla gemi aniden geniş bir daire çizerek arkalarındaki askeri geminin hemen yanına yaklaşmış oldu. Kızıl korsanın beklediği fırsatta buydu. Kaptanın arka arkaya emirleri duyuldu
“Birinci toplar ateş, ikinci toplar ateş, birinci toplar hazırsa ateş, ateş serbest” bu hamleyi beklemeyen gemi gafil avlanmıştı, Korsan gemisinden yüksekte olan askeri geminin iskele tarafındaki topçu kapaklarından bazıları daha açılmadan tahrip edilmişti. Topçu bölümü kocaman bir mağarayı andırıyordu. Kızıl korsan dümenciye gemiyi teslim ettikten sonra “Kancalar atılsın kalyona çıkıyoruz” diye emir verdi.
Tüm korsanlar açılan gedikten karşı gemiye tırmandı. Kızıl korsan en önden ilerliyordu. Bir avuç Korsan İspanyol gemicileri önüne katmış kovalıyorken güverte merdivenine ulaştıklarında yukarıdan tüfekle açılan ateşle bir kaçı vurulunca Korsanlar geri çekilmek zorunda kaldı. Kızıl sakal sinirle “Köpekler Tüfekten mi korkuyorsunuz? Yürüyün” diyerek ileri atıldı. Onun cesaretinden mi? yoksa İspanyol askerlerin beceriksizliğinden mi? Bilinmez , en mantıklı açıklama az önce yapılan ateşte tüm tüfeklerin boş olması daha mantıklı gelmektedir. Kızıl sakal bir çırpıda güverteye sıçramıştı. Kızıl sakal önünde duran bir sıra tüfekli askerleri buğday biçer gibi bir darbede yere indirip hemen ileri de gözüne kestirdiği kaptan köşkünün önünde dikilen amirale yöneldi.
Kaptandan destek alan bir avuç korsan çoktan güverteye çıkmış askerlerle ölümcül bir mücadeleye girmişlerdi. Kaptana yapılan atışlar onu adeta isabet etmeden yalayıp geçiyordu, önüne çıkan herkesi biçerek kaptan köşküne çıkan merdivene adım attı. Daha ilk basamağa adım atmıştı ki ikinci kaptan belindeki silahı çekerek ateşledi. Mermi göğsüne isabet edince sarsılan Kızıl sakal yürümeye devam edince bu defa kılcına davranan ikinci kaptan, Kızıl sakalın karnına sapladı. Kanına saplanan kılıcın kabzasından tutan ikinci kaptanın elini tutan Kızıl sakal kolunu bir hamle de ters çevirip başını bir çırpı da gövdesinden ayırdı.
Bu korkunç manzara karşısında donup Amiral korkula silahına sarılıp Çığlık attı “Satanás! Satanás” korkuyla bağırması tüm güverte de mücadeleyi adeta dondurmuş herkes gözlerini kaptan köşküne çevirmiş yukarıda olup biteni anlamaya çalışıyordu. Kaptan korkuyla sarsılırken o korkuyla silahın tetiğine asıldı. İki adım ilerisinde dikilen Kızıl sakalın omzuna isabet eden mermi Kızıl sakalı etkilememişti bile, o ilerleyişine yavaş adımlarla devam etti. Elinde tuttuğu kanlı kılıcını Amiralin midesine yavaşça itekledi, itekledi ta ki kılıç onun sırtını delip çıkana kadar, Şaşkın ve korku dolu ifadeyle yere diz çöker vaziyette etrafa bakan Amiralin gırtlağını, Korkuluklara dayadı. Kızıl korsan karnında saplı duran kılıcı çıkarıp Amiralin ensesine sertçe vurdu etrafa saçılan kanlara aldırmayan kaptan üç vuruş sonrası kopardığı Amiralin kafasını eliyle havaya kaldırıp “Ya teslim olursunuz, ya sonuçlarına katlanırsınız” dedikten sonra kopuk başı güverteye fırlattı.
Bu kan donduran olayı gören askerler ellerindeki kılıçları attılar ve teslim oldular. Korsanlar bütün askerleri diz çöktürüp tek sıra halinde dizdikten sonra Kızıl sakala gelerek “Ne yapmamızı istiyorsun kaptan öldürelim mi? hepsini” Kızıl sakal “Hayır! Aptal bu koca gemiyi yüzdürmek için adama ihtiyacımız var” dedi. Omuzun dan yaralanmış olan Ramirez omzunu tutarak koşup Kızıl sakalın yanına geldi onu bir süre süzdükten sonra “Durumun benden kötü görünüyor kaptan, yaralarına bir baktıralım mı?” dedi. Kaptan “Ben iyiyim siz hasar durumuna bakın ben kamaram da olacağım. Dursilla’yı bulup yanıma gönderin” Ramirez pis, pis sırıtarak “Hay, hay kaptan” diyerek onu selamladı.
Kaptan kendi odasına döndükten sonra, Dursilla hızlı adımlarla onun arkasından kaptan köşküne girdi. Dursilla Genç sayılabilecek esmer saçlı, ince belli esmer güzeli bir yerli güzeliydi, Başına bulunan sarı renkli baş örtüsü, beyaz ve rüzgar da dalgalanan beyaz geniş eteği onu çok çekici göstermesine rağmen, denizciler arasında güvertedeki kadın onlar için uğursuzluk sayılırdı. Kızıl korsanın korumasında olmasa onu oracıkta denize atabilirlerdi.
Kalyona da hasar durumuna bakan Ramirez on dakika sonra Kızıl sakalın kapısını tıklattı. Kızıl sakal Sertçe bağırdı “Gir!” İçeri giren Ramirez loş ışık atında gömleğini çıkarmış Kızıl sakalı görür. Aslında vurulmadığını sandığı kaptanın beş ayrı yerinde mermi delikleri vardı.Dursilla eline aldığı bıçakla bu mermileri çıkarmaya çalışmaktadır. Kılıç darbeleri sebebiyle açılan yaraların kaba bir şekilde dikilmiş olduğu göze çarpmaktadır.
Bu ölümcül yaralara rağmen karşısında gıkını bile çıkarmadan oturan kaptan “Konuş be adam! Dilini mi yuttun” Ramirez gördüğü manzara karşısında dehşete kapılmış ve şaşkın vaziyette “Şey! Kaptan orta topçu bölümü iskele tarafı tamamen imha edilmiş,Ana yelken direği hasarlı çok dayanmaz, bu arada askerlerin üzerini arayıp tüm silahları toplattım yeterli sayıda adamı kalyona verdim harekete hazırız ” Kızıl sakal “Cesetleri güverteden atıp temizletin. İstikamet Ormanlık batı kıyıları, Pat ve diğerlerini bulaşalım” Ramirez “Hay, hay kaptan” denildikten sonra gemiler adanın batı sahillerindeki kum tepelerinin olduğu sığ alanda bakıma çekildi.
Ertesi sabah kaptanın odasına giden kahvaltılık kurutulmuş, meyve ve ekmeklere el dokunulmamıştı. Tam üç gün üç gece kaptanın yüzünü gören yoktur. Bu sıra da kaptan köşkünde herkesten gizlenen Kızıl sakal Dursilla ile konuşmaktadır.
“Kadın, bana neler oluyor? Her yerim çürüyor yediklerimi, içtiklerimi kusuyorum”
“Açıkçası kaptan ben de tam olarak ne olduğunu bilmiyorum”
Kızıl sakal kadını boğazından kavrayıp havaya kaldırıp fırlattı. “Eğer bir çözüm bulamazsan seni öldürürüm. Şimdi defol buradan” Kadın korkuyla dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Kapının önünde elinde hazırlanmış yemek tepsisi ile dikilen denizciye dönerek Kaptan yanına kimsenin girmesini istemiyor o yemekleri götür. Dört hafta sonra gemiler tamir edilmiş olmasına rağmen kaptandan hareket emri gelmemiş, bu süre boyunca kaptanın kamarasından çıktığını gören olmamıştır.
En yakın dostu Pat bile birkaç kez konuşmak için yanına girmek istese de geri çevrilmiştir. Bu uzun ve sebepsiz bekleyiş mürettebatı öfkelendirmeye başlamıştı. İkinci kaptan Pat’ın kulağına gelen bazı fısıltılar, yakında isyan çıkacağını söylemektedir. Akşamüzeri hava karamak üzeredir. Pat tekrar şansını denemek için Kızıl kaptanın bulunduğu “Son Şans(Last Luck)” isimli ana gemiye gitti. Kaptanın kamarasının kapısını sertçe yumruklayıp “Tim, beni dinlemelisin çok önemli” Kızıl kaptan sinirli ve sert bir biçimde “Pat sana daha kaç kez söylemeliyim, beni rahat bırak” Pat “Dostum bu kadar önemli olmasa gelmezdim”
Kızıl kaptan “Defol! Yalnız bırakın beni” Bu kez pat onu dinlemeyip kapıyı açıp içeri daldı. Sinirli bir şekilde “Beni dinle lanet herif, sana…” Pat tüm bunları söylerken boğazına dayanan kılıcı fark edip sustu. “Hey! Tim, benim dostun, kan kardeşin, şaka yapıyorsun değil mi?” Kızıl kaptan sessizce kılıcı indirdi. Arkası dönük bir gölgenin pencereye doğru ilerlediği seçilebilmişti, ama içerisi zifiri karanlık olmasına rağmen yakılmış bir mum bulunmuyordu. “
Tek istediğim yalnız kalabilmek nesini anlamıyorsun? Madem geldin anlat ve çık, git” Pat eliyle boynunda oluşan hafif kesiği yokladı. “Bak dostum Tayfa huzursuz, yakında bir isyan çıkabilir” Kızıl sakal güldü “Hepsi korsan değil mi? bahse varım bir gün kaptan olma hayali kuruyordur.” Pat sinirli bir şekilde “Bu sefer mesele hayal değil, seni ortada görememeleri neden saklanıyorsun? Hem burası çürümüş balık kadar iğrenç kokuyor neden Karanlıkta konuşuyoruz?” Kızıl kaptan “Sorular, sorular söyleyeceklerin bittiyse gitmelisin” Pat bir şey söylemeden çıkıp gitti.
Aynı gece geç saatlerde üç korsan kıyı’dan ana gemiye yüzerek ulaştı. Güverteye çıkarak sessizce kaptanın kamarasına ilerlediler, kapıyı sakince açıp zifiri karanlıkta yavaş ve sessizce içeri süzüldüler en arkadan kalan korsan kaptan köşkünün üzerinde duran meşaleyi, alıp, elindeki çakmak taşına kılıcını vurarak yaktı. Yanmakta olan Meşale ile içeri girdiğinde en öndeki tayfa Kızıl sakalın çürümekte olan korkunç yüzüyle neredeyse burun buruna duruyordu.
Bu iğrenç görüntü onu fazlasıyla korkutmuştu o korkuyla çığlık attı. Kızıl korsan adamı boğazından yakalayıp havaya kaldırdı, kılıcını karnına sapladı.Kılıcı o kadar sert iteklemişti ki zavallı adamın sırtından çıkan kılıç Tahta duvara onu çivilemişti. Cansız bedenin elindeki kılıç yere düşerek tok bir ses çıkardı. Bu yarı metalik ses olaylar yaşanırken Kaptanın hemen arkasında donmuş gibi olanları izleyen ikinci adamı kendine getirdi. Elinde tuttuğu silahın tetiğini çekti. Mermi kaptanın sırtına isabet etmesine rağmen onu sarsmadı aksine sinirlendirmişti.
Kızıl kaptan adamın elinden kaptığı boş piştov silahın kabzasıyla başına defalarca vurarak başını parçaladı. Elinde meşale tutan üçüncü kişi ise yakından tanıdığımız Anakara yerli kırması Pedro idi. Kaptan bir anda başını ona çevirdi. Pedro açıkçası ne yapacağını bilemez bir şekilde bir elinde kılıç diğer elinde yanan bir meşale tutuyordu. Pedro saldırmak yerine yavaş, yavaş geriye giderek kirişi kırmanın akıllıca olacağını düşünmüş olmalı ki geri çekilmeye başladı. Kızıl kaptan aniden ayağa kalkıp onun üzerine doğru yürüdü. Korkan Pedro arkasına merdiven olduğunu unutup merdivenden arkasına doğru yuvarlandı.
Elinde tuttuğu kılıç güvertenin bir ucuna, meşale başka bir yere fırladı. Kapan sakin adımlarla aşağı indi, Pedro’nun yattığı yere doğru yürüdü. Ayağa fırlayan Pedro iskele tarafına doğru koşarak denize atlamak için hamle yaptığında onu yakasından yakalayan Kızıl korsan boynundan birkaç kere ısırdı. Kıyı da duyulan silah sesleri ve bağrışmalar korsanların sahile akın etmelerine yol açmıştı.
Tepe deki ay, güvertede yanan meşalenin yetersiz aydınlatması kaptanın korkunç iskelete benzeyen kemiksi yüzünü herkesin görmesini sağlamıştı. Dahası kaptan hala çığlıklar atan Pedro’yu adeta bir tavuk budu kemirir gibi yiyordu. Pedro eliyle kaptanın kanlar akan kızıl sakalını iteklemeye çalışsa da başaramıyordu. Bir süre sonra Pedro bağırmayı kesip karşı koymayı bırakınca, Kızıl sakal onun cansız bedenini sertçe güverteye fırlattı. Kıyıya doğru “İşte bana karşı isyana kalkışanların sonu budur.” Diye bağırdı. Kamarasına doğru giderken denize atmak üzere eline aldığı meşale yüzünü bir süreliğine aydınlatmıştı. O korkunç yüz tüm korsanların onu daha iyi görmesine neden olunca kıyıdakiler arasında korku ve fısıltılar yükselmeye başladı. Kızıl korsan ise kamarasına girerek kapısını büyük bir gürültüyle kapattı. Kıyı’dan bir süre geminin güvertesini seyreden kalabalık fısıltılarla konuşarak oradan dağıldılar.
Dursilla bile bu olanlar karşısında şaşkın bir şekilde bir ağacın altında yatan patın yanına koştu “Korkunç, ben ne yaptım?” Pat “Hak ettiklerini buldular, sen bir şey yapmadın” Dursilla emin bir yer arar gibi Patın koluna uzandı. Üzerine bir örtü alarak “Üşüyorum ve çok korkuyorum” dedi.
Pat “Merak etme, Timi uzun zamandan beri tanırım o kaba görünüşün altında, eğitimli, kibar ve nazik biridir.” Dursilla şaşkınlıkla “Eğitimli ve nazik bir korsan mı? deminki olanlara ne diyorsun?”
Pat anlatmaya başladı :
-Biz ikimiz de Katolik okuluna gidiyorduk, kardeş gibi büyüdük. Ailelerimiz fakir çiftçilerdi, Amerika’ nın batısında dağıtılan bedava arazileri duyunca fırsat olarak düşünüp gemiye bindiler. Yolda korsanlar saldırıp hepsini öldürdü. Tim ile ben şanslıydık, beni alıp marangozun yanına çırak verdiler. Tim benim kadar şanslı değildi. Yıllarca aşağılandı, horlandı, yemediği dayak ve kırbacın haddi hesabı yoktur. Jamaika’da bir kumarhane’de şansı dönmüştü. Korsanlarla kumara oturan Tim onu kumardan kazandı ve elimizden başka iş gelmez, ailelerimiz artık yok, kısacası işte buradayız. Hala sabahları bazen o çocuk masumiyetiyle saldırıya uğradığımız anı yaşıyor, bu lanet olmalı.
Dursilla “Lanetli ve ölümsüz, bana yaptığı iyiliğe karşılık vermek istedim” Pat sözünü keserek ”Dursilla, endişelenme mutlaka, bu ayak takımına ders vermek için yapmıştır.” Dursilla bir müddet sustu “Peki yüzü bir iskelete dönmüş” Pat “Sen söylemiştin, yemek ve içecekleri yerken zorlandığını, muhtemelen uzun zamandır yemediğinden olmuştur.” Dursilla “Belki de öyle” dedikten sonra ateşli bir öpücük kondurup Patın omzunda uykuya daldı.
Sabah Pat yanına beş kişi alarak ana gemiye çıktılar. Güverte de yerde yatmakta olan Pedro’nun olduğu yerde bolca kan bulunuyordu. Aşağıdaki filikada ki korsanlardan hiç birisi güverteye çıkmaya cesaret edemiyordu. Pat aşağı doğru eğilerek “Hadi! Daha ne bekliyorsunuz?” Tayfalardan birisi “Sizi severiz kaptan ancak, bu pek iyi bir fikir olmayabilir” Pat “Bana bakın aptallar, isyancı değilseniz kaptan sizi neden öldürsün?” Tayfa “Dün gece ne gördüğümüzü? kimse bilmiyor, kaptan yada şeytan olabilir ” Pat “Beni aşağı getirmeyin, çabuk yukarı”
Bu söz onları yukarıya tedirginde olsa çıkarmayı başarmıştı. İki tayfa bir yelken bezini Pedro’nun cesedinin üzerine örttükten sonra aşağıda duran filika’daki iki adama uzattı. Onlar cesedi alarak gömmek için sahile doğru kürek çekmeye başladılar. Pat kaptanın kamarasının bulunduğu merdivenlere tırmandı. Kapıyı tıklattı ve seslendi “Hey! Tim, benim Pat” İçeriden Kızıl sakal “Gelmen iyi oldu, madem herkesin canı sıkıldı. Hazırlık yapın yarın valiyle olan hesabımızı kapatmaya gidiyoruz. ” Pat kapıyı açmaya çalıştığında kilitli olduğunu gördü “Kapıyı açsan da bunu yüz yüze konuşsak dostum, hem diğer cesetleri alıp gömmeliyiz” Kızıl korsan “Gömmek mi? onlar gömülmeye layık değiller,deniz o işi görür, bana boş bir çuval bırakırsanız yeterli.Pat şimdi beni yalnız bırak yarın görüşürüz” Pat bir şey demeden sessizce güverteye indi.
Ertesi sabah erkenden Pat kaptanın kapısına dayandı. ”Kaptan, harekete hazırız” Kızıl sakal coşkulu bir biçimde “Tamam, Pat yola çıkalım o halde, İspanyol gemisinin idaresi sende, Ramirez Ticaret gemisinin komutasını alsın ” Pat Kapı aralığından bağırdı “Ona bir isim verdim dostum adı artık Karabela” Kızıl korsan bağırdı “Bunu sevdim kulağa hoş geliyor, ya kalyona ne isim verdin? ” Pat “Ona henüz fırsat bulamadım” Kaptan bağırdı “O halde demir alın, yelkenler fora, istikamet Port au prince”
Akşam saatlerinde Port au prince’ in şehir ışıkları ufukta görünüyordu. Kızıl sakalın emriyle gemiler açıkta demirlemişti. Bir filikaya binen Pat ana gemiye geldiğinde kaptanın kamarasının kapısının açık olduğunu gördü başını kaldırdığında, onu geminin dümenine yaslanmış karalıkta dürbünle limana baktığını gördü. Pat yanına yaklaşıp tedirgin ve nazik bir sesle “Tim iyi misin?” Kaptan ona dönerek neşe ile “Daha iyi olamazdım, sevgili dostum” diyerek ona sarıldı. Birkaç gün önce korkunç görünen kaptan, şimdi daha iyi görünüyordu. Yüz hatları biraz zayıflamış olsa da o korkunç yüzden eser yoktu. Pat, Kızıl sakala “İyi bir banyoya ihtiyacın var dostum” dedi. Kızıl sakal “Üzerimdeki kandan mı bahsediyorsun? Aslında beni o kadar da rahatsız etmiyor”
Pat “Hayır dostum üzerinde garip bir koku var” Kızıl korsan “Belki sonra, şimdi işimize bakalım, planım şöyle” Gece karanlığın çökmesiyle birlikte gemiden denize atlayan yaklaşık on korsan ağızlarında tuttukları hançerlerle kıyıya doğru yüzdüler. İskele ve kıyı da nöbet tutan askerleri teker, teker öldürdüler. Her şey tamamlandığında kıyıya ulaşan korsanların başındaki Juan eline bir gemici feneri alarak iskelenin üzerindeki en uç noktaya doğru ulaşarak eline tuttuğu feneri salladı. Bunu gören korsan gemilerinden küçük olan Son şans ve Kara bela iskeleye yanaşarak demir attılar.
Gemiden inen korsanlar yavaşça ses çıkarmadan sahilde bulunan İspanyol karakolunu sardılar. Juan onlara katılıp hepsine eliyle sesiz olun işareti yaptı ama o içeri girer, girmez bir silah patlaması duyuldu. Hemen ardından hakim tepelerde bulunan valilik binasına yakın karakolun önündeki çan sesi duyuldu artık fark edilmişlerdi. Bu arada açıkta demirlemiş korsanların idaresindeki kalyon valilik konutunu ve yakınındaki karakolu top ateşine tuttu. Çevrede ne kadar asker varsa bir anda iskelenin bulunduğu meydana akın ettiyse de Kızıl korsan ve adamlarının önceden hazırladığı tahkimatlar sayesinde hepsi geri püskürtüldü.
Yukarıdaki valilikten gelen askerlerin bir süre sonra sayıca çoğalınca hücuma kalktılar. Uzun süren kanlı bir savaş sonrası Kızıl sakalın, defalarca vurulmasına rağmen yere bile düşmemesinden korkan askerler dağılarak ara sokaklarda kayboldular bu korsanların kesin zaferi anlamına geliyordu. Halk korsanların kendilerine zarar vereceğini düşündüğünden saklanmayı seçmişti.
Ertesi gün valilik binasına yerleşen Kızıl korsan halka kendilerine zarar verilmeyeceğini duyurmasıyla halk rahatlamış ve İspanyollardan kurtuluşlarını biraz tedirginde olsa kutlamaya başlamıştı. Sağ olarak ele geçirilen vali yaka paça Kızıl sakalın huzuruna getirildi. Hızlı bir yargılamanın ardından vali limanın bulunduğu geniş alanda ertesi sabah asılarak infaz edildi. İspanyol askerler ise bazıları adanın iç kısımlarına kaçarak hayatlarını kurtardılar. Yakalanan askerlerin durumu ise o kadar iyi değildi. Kendi başına buyruk korsanlardan hiç birisi onların yiyecek içecek ihtiyaçlarıyla ilgilenmediğinden , valilik binasının altındaki zindanlara atılan askerlerin durumunu kimse bilmiyordu.
Tüm bunlar bir yana Kızıl sakal zindan hücrelerinin anahtarını istemiş. Valilik binasına o çağırana kadar kimsenin yaklaşmamasını söylemişti. Şehirde yağma, saldırı, tecavüz artmış can güvenliği kalmamıştı.
Her gece el ayak çekildikten sonra zindandan gelen korkunç sesler, şehrin ıssız sokaklarında yankılanıyordu. Bu korkunç seslerden Kızıl korsanın adamları da rahatsızdı. Valilik sarayında tek başına kalan kızıl sakalın yanına kendi adamları bile gelmeye korktuklarından. Bir kısmı şehrin meyhanelerinde sızıp kalırken, bir kısmı gemide kalmayı tercih ediyordu. Bu uzun ve nedensiz bekleyiş onların huzurunu kaçırdığından, Durumu en uygun çözümü bulabilecek kişiye yani Pat’a anlattılar. Bir akşam İkinci kaptan Pat Son şans isimli geminin güvertesinde adamları toplayıp “Ramirez, Juan, Martinez, johny Bu akşam valilik binasına gidip bu meseleyi konuşalım, Valinin asıldığını haber alan İspanyollar peşimize düşeceklerdir.
Burada çok kalamayacağız” Ramirez “Evet Pat beklemek hiç hoşumuza gitmiyor. Konuşalım ” Pat yanına aldığı on kişiyle valilik binasının yolunu tuttu. Eski şaşaalı günlerinden eser kalmamış valilik sarayının kırık bahçe kapısından içeri girdiler. Köşkün açık olan kapısından salona geldiklerinde her tarafın zifiri karanlık olduğunu görüp masada gördükleri şamdanları yakarak ellerine aldılar. Salonda etrafı inceleyerek ilerleyen gurup Ramirez’in sesiyle irkildi “Hey Pat şuraya bak, kan izleri taze” herkes bir anda kılıçlarını çekti. Pat “Ses çıkarmadan ilerleyelim” Pat bir elinde şamdan, diğer elinde kılıç ayak ucu ile izleri takip etmeye başladılar. İzler gurubu valinin çalışma odasının önüne kadar getirmişti. Açık olan kapının aralığın’ dan içeriye göz atan Pat bir şey göremedi. El işaretiyle gurubu yanına toplayan Pat “İçeri de ne olduğunu göremedim, işaretimle birlikte içeri dalıyoruz beyler.” Kapının önünde pozisyon alan korsanlar patın işaretiyle hep birlik’ te şöminenin aydınlattığı loş odaya daldıklarında korkunç bir manzara ile karşılaştılar.
Şömine önüne yatırılmış bir İspanyol askerinin cesedi, yere dizlerinin üzerine çöken Kızıl Korsan tarafından çiğ olarak yenmekteydi. Gurup ellerindeki şamdanlarla daha iyi aydınlanan odanın içinde yerde yatan bir sürü yarı yenmiş cesetleri görünce donup kaldılar. Korsanlardan Juan , carlos ve dört korsan hemen oradan kaçtılar. Ramirez “El diablo, lanet olsun biz de gidelim buradan” Pat, Kızıl korsana tedirgin vaziyette yanaşarak “Hey! Tim, benim Pat” Kızıl korsan tüm bunlar olurken hiç istifini bozmadan aç bir kurt gibi cesedi yemeye devam etmektedir.
Patın seslendiğini duyan Kızıl korsan yavaşça ayağa kalktı Kızıl sakalın dudaklarından aşağı akan kan sakalını bir birine yapıştırmıştı, süzülen kana aldırmadan “Pat! Lanet olsun, ben sana kimsenin gelmemesini söylemiştim.” Pat yavaşça geriye birkaç adım atıp “Şey! Konuşmamız gereken bir çok sorun var dostum” Kızıl sakal hiddetli bir biçimde “Defolun! Beni yemeğimle yalnız bırakın” diye çıkışması üzerine hep birlikte odanın kapısını çekerek çıktılar. Korkmuş ve şaşkın gurup kendi arasında konuşuyordu. Ramirez “Pat o bir şeytana dönüşmüş, kaçalım buradan”
Martinez “Evet Pat, bir an evvel burayı terk edelim ” Johny ”Düpedüz Yamyamlık bu. Tabağında yakında biz de olabiliriz sizinleyim dostlar ”
Hala düşünceli olan Pat “Sakin olun! Karanlıkta ne gördüğümüzden emin değilim. Bu işi sabah konuşalım ” Ramirez “Bak dostum ben bu limanı bu gece terk ediyorum” Pat sinirlenip Ramirez’in yakasını topladı “İkinci bir emre kadar kimse bir yere ayrılmayacak, toparlanıp benden haber bekleyin sadece” dedikten sonra Pat, Ramirez’in yakasını bıraktı her kes ses çıkarmadan dağıldı.
Tüm bu olanlar sonrası şehirde neşeli seslerin geldiği sokak ararsındaki tavernaya giderek bir şişe rom alıp bir masaya oturarak içmeye başladı. Birkaç kadeh sonra Dursilla salınarak gelip masaya oturdu işveli bir şekilde “Bir sorun olduğunu duydum” Pat başını sallayıp “Evet, kötü haber çabuk yayılırmış” dedi. Dursilla, Pat’ın elini avucuna alıp onu teselli etmek ister gibi “Sanırım bu şeylerden biraz da olsa ben sorumluyum, Bazen ölü daha iyidir” Pat “Evet haklısın ölüyse, ölü kalmalı” dedikten sonra Dursilla’ya sarılıp onu öptü sonra ele, ele tutuşup tavernanın üst katındaki odaya giderek yattılar.
Sabahın erken saatlerinde Martinez Pat’ın uyuduğu odanın kapısını sert ve hızlı bir biçimde açarak bağırdı “Kaptan! Kaptan Gitmişler” yarı çıplak haldeki Pat bir yandan pantolonunu giymeye çalışırken bir yandan “Martinez, kim? Nereye gitmiş?” Martinez heyecanlı ve kekeleyerek tüm tayfa gece İspanyol gemisini ve Son şansı alarak limandan ayrılmışlar. Pat “Kalan adamları iskeleye topla hemen geliyorum ” Üzerini acele ile giyen Pat iskeleye ulaştığında Martinez’den başka altı adamın orada beklediğini gördü “Martinez sana adamları topla demiştim aptal herif” Martinez üzgün ve yalvarır bir halde “Söyledim ya kaptan hepsi gitmiş” . Tam da bu sıra da tahta iskelenin ucunda Kızıl korsan belirdi.
Sinirli bir şekilde yürüyerek Pat’ın yanına geldi “Nerede? Gemim nerede? ” Pat onu sakinleştirmeye çalışarak elini uzattığında, Kızıl korsan onu boğazından havaya kaldırarak “Seni dostum sanmıştım” diyerek oyuncak gibi kenara fırlattı. Kızıl kaptan Kara bela isimli gemiye doğru yürüyerek “Hazırlık yapın yola çıkıyoruz” dedikten sonra gemiye bindi. Tayfalar korkudan o söylediği anda o kadar hızlı bir biçimde gemiye bindiler ki gemi kısa süre de Limandan ayrıldı. Pat gemiye bindi güverte de hala ağrıyan boynunu tutuyordu. Kızıl kaptan kamarasına girip ortadan kaybolmuştu. Pat giderek kamaranın kapısını tıklattı. Kapıyı hafifçe aralayıp karanlık bir köşede oturan Kızıl korsana “Bu kadar az mürettebatla nereye gidiyoruz? Kaptan” Kızıl Korsan “Nereye olacak? Gemileri ve adamlarımı geri almaya. Onlar şu an Jamaika yolundadırlar” Pat “Tim olanları biliyorsun tüm bu olanlardan sonra zaten bende kalmalarını beklemiyordum, onları nasıl ikna edip geri getireceksin”
Kızıl korsan hiddetlenip “Ben buyum bir korsan gerekirse hepsini zorla getireceğim” Pat “Hepsi senden korkuyor gece olanlardan sonra geleceklerini sanmıyorum” Kızıl korsan “Ben artık buyum, herkes buna alışmalı” Pat artık tartışmanın bir sonuç vermeyeceğini bildiğinden dışarı çıkıp yeni rotalarını ayarladı. Akşam güneşi batmak üzereyken su üzerinde az önce yağmalanmış yanarak batmak üzere olan gemi kalıntıları gören Pat tayfaya seslendi “Yaklaştık galiba” Sesi duyan Kızıl kaptan kamarasından dışarı çıkmış neşeli bir tonla “Hadi tüm yelkenleri açın yakalayalım şunları”
Bir saat kadar sonra ufukta İspanyol kalyonu ve Son şans’ın siluetleri belirmişti. Kara bela isimli geminin ana direğinde bulunan tayfa bağırdı. “Gemiler göründü” Kızıl sakal ve Pat geminin Pruvasına koştu Kızıl korsan “Şimdi yakaladım sizi, bunun hesabını vereceksiniz ” Çok geçmeden kalyona ve Son şansa korsan bayrağı çekilmişti. Yanlarına yaklaşmalarına müsaade etmeyeceklerini net bir biçim de ifade etmiş oluyorlardı. Pat “Kaptan ne yapacağız, ateş etmeye hazırlanıyorlar” Kızıl korsan “Topları hazırlayın” Pat, kaptanı kolundan tutup “Hey! Tim delirdin mi sen?” Kızıl kaptan korkunç bir sesle Pat’a dönerek “Bana öyle seslenme demiştim” diyerek ona sert bir yumruk attı. Korkan mürettebat topları doldurmaya başladı.
Kızıl korsan pruva topuyla isabetsiz bir atış yaptı ama bunun sonucu onlar için ağır oldu. Kalyondan yapılan yaylım ateşi ana yelken direğine isabet etti, başka bir gülle ise o sırada top dolduran tayfalardan Huan’ın bacağını koparıp alt güvertede derin bir çatlağa neden oldu, gemi su almaya başlamıştı. Martinez bağırdı “Kaptan batıyoruz” Pat kendine gelip belindeki kemerle Huan’ın bacağından akan kanı durdurmaya çalışırken Martinez’e seslendi “Martinez yanına birini al ve deliği tıkamaya çalış” Akşam karanlığında yapılan savaş pekiyi sonuçlanmamıştı.
Bir süre sonra, Martinez ıslanmış sıçan gibi Patın yanına gelerek, “Kaptan durumlar kötü deliği bir çuval un ve üzerine koyduğum rom fıçısıyla durdurmaya çalıştım ama batıyoruz” Pat hala yanındaki diğer tayfayla bacağı kopan tayfanın bacağını dağlamaya çalışıyordu “Martinez, bu gemi batmamalı kova zinciri oluşturup suyu boşaltın” Martinez kalan adamları yanına alıp bir sıra oluşturdu. Adamlar aşağıdaki dolan kovayı elden ele bir birlerine vererek suyu boşaltmaya çalışıyordu. Tüm bu olaylar olurken Kızıl sakal sanki hiçbir şey olmamış gibi kamarasına kendini kapatmıştı.
Pat, Huan’ın kopan ayağını dağlamayı bitirince o da onlara katıldı. Martinez güllenin atıldığı delikten Pat’a seslendi. “Hey! Kaptan suyu neredeyse boşalttık artık yavaşla’ ya biliriz” dedi. Sanki gökyüzünde birileri bu kurtuluşu istemiyormuş gibi ardı, ardına şimşekler çakmaya başladı. Yıkılan direğin dibinde bir bacağı kopuk Huan sesli bir biçimde İspanyolca dualar ediyordu. Martinez alt güverteden bağırıyordu “Lanetlendik, Tanrı artık bizimle değil” diyerek ağlıyordu. Hemen ardından gemi bir ceviz kabuğu gibi sallanmaya başladığında herkes batacağından emin bir vaziyette dua etmeye başlamıştı. Martinez ve adamlar artık geminin suyunu boşaltmayı bırakmış güverte de kırık yelken direğine sarılmış kaçınılmaz sonu bekliyor dua ediyordu ki yükselen dev dalgayı gören Pat bağırdı. “Herkes sıkı tutunsun, Tanrım bizi affet” diye bildi.
Sabahın ilk ışıkları sahile vurduğunda Martinez kıyı da yatan Pat’ı sarsmaya başladı. “Kaptan, Şükürler olsun hayattayız” Pat silkinip güçlükle ayağa kalktı. “Herkes burada mı?” Martinez başını salladı “Aşağı yukarı kaptan, sen ben, Hoze, Huan, Gomez, Birde küçük John var” Pat “Huan durumu nasıl? Ateşi var mı?” Martinez “Şey! kaptan biraz sarsılmış yorgun görünüyordu ama ihtiyar tilki sanırım yaşayacak, onu gemi enkazından çıkarıp, karşı’daki büyük palmiye ağacının gölgesine yasladım ” Pat “Sevindim, dostum gemi ne durumda?” Martinez “Kaptan, bilmiyorum ama dışarıdan bana pek iyi görünmedi” Pat biraz başını kaşıyıp “Peki akıntı onu sürüklemeden kurtarabileceklerimizi alıp kıyı’dan çekebildiğimiz kadar dalgalardan uzaklaştıralım” diyerek gemiye yürüdükleri sırada Huan’ın çığlığı duyuldu hep birlikte sesin geldiği yere doğru koştular.
Gemi kalıntılarını geçip büyük palmiye’ye ulaştıklarında Kızıl kaptan, Huanın boynundan kopardığı parçayı çiğniyor, Huan kanlar içinde kanlar içerisinde elini onlara uzatarak yardım istiyordu. Bu olanlara dayanamayan yaşlı adamın eli bir sonra düşüp gözleri kapandı. Martinez kılıcını çekerek yerde bir köpek gibi dört ayak üzerinde duran Kızıl korsanın sırtına sapladı. Kızıl korsan aldırmadan ayağa kalkıp kılcını çekip Martinez’in karnına batırdı, kılıç onu delerek sırtından çıktı. Bu manzaraya dayanamayan Pat, Kızıl korsana sert bir yumruk atarak onu yere devirdi. Bu durumdan cesaret alan diğerleri de onun üzerine atıldı.
Gemi enkazından alınan bir iple ellerinden ve ayaklarından salam gibi bağlanan Kızıl korsan, Huan’ın cesedinin yanına yatırıldı. Pat, yerde yatan Martinez’in yarasına baktığında kılıcın ciğerini parçalayarak sırtından çıktığını görmüş, çok yaşamayacağını anlamıştı. Martinez kekeleyerek “Hey! Pat durumum nasıl?” Pat “ Kendini salma koca adam iyisin” Martinez “Pat, lanet herif yalan söylemeyi bile beceremiyorsun sen nasıl bir korsansın?” diyerek gülümsedi ve öksürmeye başladı.
Dudaklarından süzülen kan durumunu özetliyordu. Adamlardan küçük John bir şişe getirerek Pat’a uzattı ve “Bu biraz olsun acısını dindirir mi? Ne dersin?” Pat sessizce fısıldadı “Sanırım ona daha kuvvetli bir şey lazım dostum” Küçük John “Kaptan kılıcı neden? çıkarıp acısını hafifletmiyoruz” diye fısıldadı Pat “Çıkarırsak onu kaybederiz, Şundan birkaç yudum al dostum acını hafifletir” Martinez biraz doğrulup birkaç yudum rom’dan içti “Pat, sen hep iyi bir dost oldun, sorun değil dostum çıkarabilirsin onu, artık dayanamıyorum bu acıya” Pat peki anlamında başını salladı “Hazır mısın?” dedi ve kılıcı çekti.
Martinez kılıç çıkarıldığında elindeki rom şişesi yere düştü gözleri açık bir biçimde can verdi. Bir köşe de sessizce oturan Kızıl sakal “Çok dokunaklı, artık o lanet herif öldüğüne göre beni çözebilirsiniz” dedi. Arkadaşının ölümüne ağlayan genç küçük John sinirle Kızıl korsana doğru koşup çıkardığı hançeri Kızıl korsanın kalbine birkaç kez sapladı. Pat ve diğerleri onu Yerde yatan kızıl korsanın üzerinden çekip kaldırdılar. Hançer hala Kızıl korsanın kalbinde saplıydı ve Kızıl korsan hala kahkaha atıyordu ”Haha! Beni bu kadar kolay öldürebileceğini mi sanıyorsun?” Hoze eliyle istavroz çıkarıp “Demon! Demon” diye bağırarak kaçmaya başladı. Kalanlar ölen Martinez ve Huan için mezar kazmaya başladılar.
Mezar kazarken küçük John “Kaptan bu şeytan ölmüyor onu ne yapacağız?” Pat bir süre düşünüp “Evlat inan ki bende bilmiyorum, onun insan eti yiyerek tekrar eski haline döndüğünü gördükten sonra elini kolunu sallayarak gezmesi sağlığımız açısından iyi olmayacaktır. Hem böyle küçük bir ada da tek yiyeceği biz olduğumuz düşünülürse” Cesetler gömüldü, Enkazdan kurtarılan yiyecek ve malzemeler kıyı’ya yakın keşfedilen bir mağaraya konuldu sonra gemi enkazı yere döşenen tahtalar yardımı ile akıntıdan uzağa çekildi. Kalan adamlar gemiyi tamir etmeye çalışırken, Pat eline aldığı iki metre uzunluktaki ağaç gövdesini oymaya çalışıyordu.
Küçük John “Kaptan bu tekne ne için?” Pat “Bu tekne değil, bir tabut John” Küçük John daha da meraklı bir şekil de “Kim için lazım ki?” Pat ise umursamaz bir biçimde “Biz gittikten sonra bile Kızıl sakalın buralarda gezmesine müsaade edemeyiz, bu yüzden onu gömmeliyiz” üç günlük çalışma sonucunda gemi kısmen suya indirilebilecek şekilde tamir edilmişti. Pat ise çok sağlam görünen tabutun yapımını tamamlamıştı. Pat “Hadi arkadaşlar şimdi bana yardım edin, şu işi bitirelim” diye seslendi. Kızıl sakalı hep birlikte tabutun içine yatırdılar.
Bu sırada Kızıl sakalın tepinmesi ve söylediği tehditlere,küfürlere kimse kulak asmadı. Kızıl sakal tabuta yerleştirilmişti. Pat tabutun kapağını kapatmadan önce “Evet sevgili dostum söyleyeceğin son bir şey var mı?” Kızıl sakal “Lanet herif seni dostum sanıyordum bir gün buradan çıkıp hepinizi tek, tek öldüreceğim, hepinize lanet olsun,umarım hepiniz zindanlarda çürürsünüz” Pat “Tamam bu kadar yeterli” dedikten sonra Kızıl sakalın ağzını bağladı ve tabutun kapağını çiviledi. Kazılan mezara bakan Pat “John bu derinlik ölmüş birisine yetebilir ama bir ölümsüz için yeterli değil en az bir adam boyu derinlikte olmalı” dedi. Bunun üzerine Kızıl sakalın mezarı diğerlerine göre daha derine gömüldü.
Son iş olarak tamiri tamamlanan gemi suya indirilerek Jamaika’ya doğru yola çıkıldı. İlk Gece kamarasına çekilen Pat seyir defterine Kızıl kaptanın gömüldüğü adanın koordinatlarını ve mezarın yerini gösteren bir kroki çizdikten sonra şunları yazdı :
Geçirdiğimiz kaza bizi Meksika körfezi ve Bahamalar’da bilmediğimiz küçük bir adaya sürükledi.Bu adaya ölümlerden dolayı kafatası adası ismini verdim. Burada insanın eğer ölüyse ölü kalması gerektiğini anladık. Yakın dostum Tim’i uzun bir zaman önce kaybettiğimi anladım. Gerçek dostlar bir hazinedir. Ama bu hazine asla açılmamalı ve gün yüzüne çıkmamalı. Yoksa tüm insanlardan bir gün intikamını alacaktır lanetli Kızıl sakal.
Ertesi sabah uyandıklarında aslında şanslarının çok iyi gitmediğini anladılar. Gomez “Kaptan tamir ettiğimiz kısımdan su alıyor, batıyoruz” Pat “Bir bakalım, eğer yapabilirsek deliği tıkayalım” Aşağı inen Pat başını iki yana sallayıp “Durum düşündüğümden de kötü” Hoze yukarıdan bağırdı “Kaptan, kurtulduk ufukta bir gemi” Pat koşarak yukarı çıktı Katlanabilir dürbününü çıkarıp baktı “Lanet olsun ! çocuklar hiç iyi değil, İngiliz Savaş gemisi, Gemiye İngiliz bayrağı çekin hemen, aşağıya inip daha düzgün kıyafetler giyin, sorarlarsa birer tüccar olduğumuzu kaza geçirdiğimizi söyleyeceğim, gemi batarken kaçmamız mümkün değil”
Bir süre sonra yanlarına gelen İngiliz gemisi, Kılığını ve kıyafetini bir az olsun düzeltmiş Pat ve adamlarının bulunduğu güverteye, bir İngiliz subayı yanında üç denizci gönderdi. İngiliz Subay Kaptan Pat’ı başını hafifçe eğerek selamladı “Merhaba, Ben Yüzbaşı Charles Harrison beyler verdiğiniz işaretlerden başınızın dertte olduğunu anladık, sizin için ne yapabiliriz?” Pat’ta kendisine yakışır şekilde nazikçe selamlayıp “Ben kaptan Patric Emerson ama dostlarım bana Pat diye hitap eder Yüzbaşı, evet başımız gerçekten dertte, Bundan beş gün önce Hispanyola limanından aldığımız romları, Amerikan kolonilerine götürmek üzere yola çıktık fakat gece yaşanan fırtına teknemizi batırdı.
Bir çok adamımı kaybettim kalanlarla gemimizi tamir ederek yola çıkalı bir gün bile olmadı ama hala su alıyor batmak üzereyiz ” Yüzbaşı Patı söyle bir süzdü elini çenesine dayayıp adamları göstererek “Adamlarınız, pek İngiliz denizcilere benzemiyor” Pat “ Evet yüzbaşı uzun zamandır, bu civarda ticaretle uğraşıyorum, bu civarda insanlar daha az paralara çalışabiliyor. Hem küçük John , İngiliz vatandaşıdır kolonilerden ” Yüzbaşı bir şeylerden şüphelenmiş gibi birkaç tur atıp “Peki size yardım edip ana karaya kadar sağa salim çekeriz, adamlarım geminizdeki sorunla ilgilenir” Yüzbaşı eliyle adamlara işaret etti.
Birkaç dakika içinde iki kişi gelerek güvertenin altındaki çatlağa bakmaya gittiler. Pat “Yüzbaşı eğer müsaade ederseniz beklerken size güzel bir rom ikram edebilirim ” Yüzbaşı “Kötü bir fikir değil kaptan” dedikten sonra Pat ile birlikte kamarasına gittiler. Pat kamarasındaki şişeleri göstererek “Ne içersiniz? yüzbaşı Şarap, wiskey, rom” Yüzbaşı “Hayır, hayır sadece bir fincan çay güzel olurdu.” Pat kamaranın kapısını açarak “Peki Yüzbaşı, Hey John ” Küçük John zor bela girdiği kıyafetin içinde koşarak kamaraya girdi “Buyrun kaptan” Pat masasına oturarak “Yüzbaşının yaptığı yardımlara karşılık küçük bir misafirperverlik gösterip bir fincan çay getirir misin?” Küçük john
“Hay, hay kaptan” Çayın gelmesi beklenirken Yüzbaşı “Birazdan gemi kaptanımız Albay Harling’e rapor vereceğim, o yüzden merak ettim Geminiz Kara bela isminde pek alışılmadık bir isim” Pat bir süre düşünüp kekeleyerek “Haklısınız bu civarda korsanlar çok olduğundan bu isim onları korkutur diye düşünüp o adı verdim” Yüzbaşı şüpheli bir biçimde Kaptanı ve etrafı süzüyordu, masa üzerindeki deri kaplı seyir defterine uzun süre gözünü alamıyordu.
“Sadece isim yetiyorsa tüm gemilere onların ödünü patlatacak isimler verelim o halde” Pat zoraki bir kahkaha atıp “Çok esperilisiniz, sadece o değil burayı bilen birisiyim korsanların nerede çıkacaklarını iyi tahmin ederim” Bu arada kapı açılıp küçük John elinde bir fincan çay ile içeri girdi “Buyurun yüzbaşı, afiyet olsun” Yüzbaşı eline fincanı alır almaz fincanı elinden masaya bıraktı. “Affedersiniz, acilen gitmem gerekli” dedikten sonra oradan ayrılıp kendi gemisine doğru ilerledi. Yüzbaşı gittikten sonra Pat güverteye çıkarak tamiratın bitmesini bekledi. Bir saat kadar sonra askeri gemiden gelen bir çavuş “Gemi komutanımız Albay James Harling, sizi ve adamlarınızı akşam yemeği için gemiye davet ediyor. ” Pat “Teşekkürlerimi kendisine iletin ancak bir kaptan gemisini zor durumda iken terk etmeyeceğini bildirin” Çavuş “Kaptan bu bir rica değil, geminiz tamirat sonrası, limana varana kadar bizim kontrolümüzde olacak” Pat durumun vahametini kavrayıp başka çaresi olmadığı için “Peki, gidelim” dedi. Pat adamlarıyla birlikte ip merdivenden kendilerinden yüksekte bulunan savaş gemisinin güvertesine çıktılar.
Onu güvertede Yüzbaşı Harrison karşıladı. “Kaptan siz beni takip edin adamlarınız, çavuşla birlikte gitsin” Pat ve Yüzbaşı Kaptanın kamarasına girdiğinde Çeşitli yemeklerden oluşan bir sofra ve ayakta dikilen Albayı görünce biraz olsun rahatlamıştı. Pat biraz tedirgin “Saygısızlık etmek istemem efendim ancak kötü durumda dahi olsa bir kaptanın gemisini terk etmesi…” Albay sözünü kesti “Kaptan şuan İngiliz kraliyet donanmasının himayesindesiniz bu zaman zarfında böyle şeyleri düşünmeyin, sofraya geçelim aç olmalısınız” İki şık giyimli asker onlar sofraya oturunca yemek servisine başladılar. Albay söze girerek “Yüzbaşı yaşadıklarınızı anlattı, Ancak yine de üzerinden geçmek isterim, dört gün önce Hispanyola Limanından aldığınız Rom fıçılarını kolonilere götürmek için yola çıktınız ilk gece yaşadığınız fırtına sonrası bir ada da uyanıp geminizi tamir ettiniz ve bize rast geldiniz öyle mi? ” Pat “Evet Albay tas tamam öyle oldu.”
Albay söyle bir göz süzüp “Hikayenize eklemek istediğiniz bir şey var mı?” Pat “Sanmıyorum, Albay hepsi bu” Yüzbaşı “Peki kaptan taşıdığınız romlar nerede? Gemi de bir fıçı bile göremedik” Pat “Dedim ya, mürettebat ve yükleri kaybettim, Yoksa üç kişi ile denize açılır mıydım sanıyorsunuz? ” Yüzbaşı arka taraftan bir korsan bayrağı çıkardı göstererek“Peki kaptan buna ne diyeceksiniz?” Pat bir yandan yemeğini yerken bir taraftan “Size açıkladım, bu bölge de korsanlar sıkça görülür ve korsanlar bir birlerine saldırmaz biz de onu kamuflaj olarak zaman, zaman kullanırız o yüzden gemimize tuhaf bulduğunuz kara bela ismini verdik” Yüzbaşı “Tabi bu kişiler gerçek bir korsan değilse” Pat “Ne ile itham ediliyorum?”
Albay “Şimdilik hiçbir şeyle, söylenenler Mantıklı, Peki size bir soru sormak istiyorum” Pat bir yandan tabağındaki eti bıçakla kesmeye çalışırken soğukkanlılığını koruyarak “Tabi ki Albay” Albay Manalı bir biçim de “Küçük(Little) Marry ismi sizde bir şeyler çağrıştırdı mı?” Pat “Hayır Albay, Çağrıştırmalı mı?” Albay anlatmaya başladı “Liverpoll limanından aldığı yolcu ve yükleri Kolonilere götürüyordu, ama gemi asla gideceği yere ulaşamadı, yolculardan birisi de Yüzbaşı Harrison’un kardeşi Teğmen George Harrison du” Pat umarsızca “Anlıyorum Albay ama benimle ilgisi nedir? anlayamadım” Yüzbaşı atılır “Ne ilgisi mi? geminiz kara bela sonradan verilmiş bir isim olabilir?” Pat “Çok saçma, bu gemi beş yıldır benim” Kapı çalındı içeri giren çavuş seslendi “Yüzbaşı” Yüzbaşı masadan kalkarak köşede bekleyen çavuşun yanına gitti ve fısıldayan çavuş söyleyeceklerini bitirince tekrar selam vererek odadan çıktı.
Yüzbaşı biraz düşünceli masaya yanaşarak tabancasını çekti. Silahını arkadan Pat’ın başına dayıp “Affedersiz Albay, Kaptan Pat sizi ve adamlarınızı Kral ve koloni yasaları uyarınca Korsanlık, cinayet, soygun, adam kaçırma, tecavüz, yağmalama suçlarından tutukluyorum, Askerler!” İçeri tüfekleriyle iki asker girdi. Pat hala masa da oturmuş yemeğini yiyordu “Bir hata yapıyorsunuz” Yüzbaşı “Hiç sanmıyorum Kaptan, Bana ikram ettiğiniz çay fincanında geminin adı mavi mürekkeple üzerine işlenmiş, Küçük Marry adını okudum ve derhal kaptana bilgi vermek için buraya geldim burada olma nedeniniz budur.
Pat hala yemeğine devam ederken “Olabilir Yüzbaşı, Korsanlar yağmaladığı ürünleri limanlarda satmakta, hangi ürün yağmadan edilmiştir bilme şansımız yok, kelepir ürün bulunca tayfalarımdan birisi satın almış olmalı” Yüzbaşı “Peki seyir defterinizin üzerinde yazan isim aynı gemiye ait” Pat “Aynı limandan aynı yerden alınmış olabilir,korsanlar seyir defteri tutmaz” Yüzbaşı “Bunları söyleyeceğinizi tahmin etmiştim, adamlarıma geminin adının yazıldığı yeri kazıttım ve ne buldum dersiniz? Kaptan şimdi yavaşça ayağa kalkıp silahınızı ve kılıcınızı masaya bırakıp uzaklaşın ” Pat çaresiz denileni yapar askerler onu güvertenin altındaki parmaklığa götürür, adamları küçük john, Gomez, Hoze üzgün vaziyette yerde oturmaktadırlar.
Kaptan Pat’ı içeri itekleyip kapıyı kilitlediler. Küçük John Pat’a sarılıp ağladı “Kaptan şimdi ne olacak?” Hoze “Aptal çocuk, hepimizi asacaklar” Pat “Bizi asarlar ama sen küçüksün sen biraz zindan da kalacaksın üzülme” Gomez “Kaptan umut onu daha fazla üzecektir, İngiliz hakimleri korsanlık şüphelilerini bile asıyorlar” Küçük john bunları duymamak için kulaklarını kapatır “Hayır, hayır, ben daha çocuğum. Bir kadınla bile beraber olmadım daha”
Birkaç gün sonra İngiliz savaş gemisi Jacksonville limanına ulaştı. Burada yapılan yargılama da koloni yargıcı suçların İngiltere’ye karşı işlendiğine karar verip, Londra’da yargılanmaları için iade kararı verdi. Sadece Küçük john Amerika’da doğduğundan burada yargılandı.Yöneltilen suçlamalar korsanlık, cinayet, soygun, adam kaçırma, tecavüz, yağmalama. Korsanlık ve yağma suçlarına mecbur bırakıldığı için beraatine, kaçırma suçuna iştirak etmediğine, soygun ve adam öldürmeden ise suçlu bulunmuştu. Hakkında idam cezası verilen John on altı yaşında olduğundan, haifletilip cesedinin sergilenilmemesi ve çürümeye bırakılmayıp hemen gömülmesine kararverildi.
Ertesi gün İngiltere’ye iade edilen mahkumların arasında Pat, Gomez ve Hoze de vardı. Limanda gemiye bindirilirken Pat gemi güvertesinden şehre baktığında, limanın az ilerisinde toplanmış kalabalığın ortasına kurulmuş, yüksekçe bir yere çıkarılan küçük John ve iki mahkumun suçlarının okunduğu anlaşılıyordu. Güvertenin altındaki parmaklıkların olduğu yere girmeden son kez limana baktığında Pat mahkumların ipin ucunda can vermek üzere olduğunu gördü. İngiltere’ye kadar aklında sadece bu vardı.
Kendi sonları da onunla aynı olacaktı. Halbuki aklından ya bir gün boğulacağı yada sonunun kılıç darbesiyle olacağını düşünmüştü. Karanlık bir zindan da akşam vakti, Hoze “Kaptan, Kızıl sakalı gömerken hepimizi lanetlemişti acaba diyorum…” Pat sözünü kesti “Saçma” Hoze “Ama kaptan onu defalarca bıçakladık ölmedi. Asıl saçmalık bu değil mi?” Gomez “Bu hiç aklıma gelmemişti haklı olabilirsin,onun laneti bizi de buldu” Pat “Öyle yada böyle sonumuz hiç iyi olmayacak” Yargılama günü geldiğinde askerler üç korsanı bir at arabasına bindirip Pazar yerinin ortasından halka teshir ederek geçerlerken halk onlara çürük domates, meyve ve taşlar fırlatarak yuhaladılar mahkeme girip binanın dar koridorda ilerlediler.
Mahkemenin yapılacağı odaya girildiğinde yargıç yuvarlak gözlüğünün arkasından bakarak “Görüyorum ki kesin sebeplerle yargılamaya gelmiş üç korsan karşımızda” dedikten sonra suçları okundu kısa süren mahkeme sonrası daha açılış konuşmasın da kararını veren yargıç “Bu üç çapulcu, Kralımızın kanunlarını çiğnemiş Korsanlık, cinayet, hırsızlık, tecavüz, adam kaçırma, yağma, soygun suçlarının hepsinden suçlu bulunmuşlardır.
Baylar size bir idam az, elimden gelse tüm suçlarınızdan ayrı, ayrı asardım ama ne yazık ki kanunlar bunu yapmamıza imkan tanımıyor. Sizleri iskelet kafeste ölüme mahkum ediyorum, yarın sabahtan itibaren Thames nehri kıyısında idamınız gerçekleştirilecektir. Tanrı ruhlarınızı affetsin” dedikten sonra tokmağı masaya vurarak oturumu kapattı.
Gece ölümü bekleyen üç arkadaş yan yana ayrı hücrelere konulmuştu. Hoze, “Kaptan uyudun mu?” Pat “Mümkün mü? Sanıyorsun” Hoze “Ha, ha, ha bende öyle düşündüm kaptan merak ettiğim bizi asacaklar mı? asmayacaklar mı? nedir bu ? iskelet tabut” Pat “Sabah merakın giderilir, ama şu kadarını söyleyim bizi tek kişilik hücrelere kapatıp havadar bir yere koyacaklar” Hoze “Asılmaktan daha iyi değil mi?, o kadar korkunç gelmedi” Pat “Asmalarını yeğlerdim, yemek ve su vermeden bizi oraya kapatıp ölüp çürümemizi bekleyecekler, iskelet haline gelince zaten gömülecek bir şey kalmadığından nehre atacaklar” Hoze “Yine de korkunç değil, biz daha korkunç şeyler yaptık kaptan verilen cezayı hak ettik sonuna kadar.” Pat “Belki de, öyle, belki de”
Ertesi sabah birkaç asker mahkumları nehir kıyısına götürdü, orada hazır bulunan rahip mahkumların günahları için af dilemesini istedi, Gomez ve Hoze rahibin önünde diz çöküp günah çıkarırken Pat onları bekledi. Askerler onları at arabası ile Thames nehri kıyısın da yüzer metre ara ile yer alan iskelet Kafeslere getirdiler. Aynı Kaptan Pat’in anlattığı gibi önce yarı çürümüş gözleri kuşlar yada kargalar tarafından oyularak yenilmiş kup kuru cesetler kafeslerden çıkarıldı. Sonra önce Hoze, Gomez, en son Kaptan Pat, Bu kafeslere asılarak orada ölüme terk edildi.
Küçük Marry, yada yeni adı Kara bela isimli gemi bir süre sonra İngiltere deki limana getirilerek kızağa çekildi. Gemi şirketi yada mirasçısı sahip çıkmayınca, o gemi de limanda aynı korsanlar gibi yıllarca çürümeye terk edilmişti. Birkaç ay sonra Hollandalı bir tüccar, böyle kelepir gemiyi kaçırmayıp satın aldı ülkesine götürdü. Gemi kamarasın da bulunan anlamadığı dilde yazılmış bir kaç kitap ve Kızıl sakalın yerini gösteren haritanın da içinde bulunduğu seyir defteri ve birkaç haritayı sandığa tıkıştırıp, şirketin Rotterdam limanındaki ofisinin çatı katında tozlanmaya bıraktı.Çok iyi tanıdığımız Kara bela aynı limanda bakıma alındı.
(I)Misket atar, tabancanın atası sayılabilecek ilk ateşli ,kısa namlulu silah.namludan özel bir araçla önce barut doldurulurdu ve bu barutun üzerine bir paçavra konularak sıkıştırılırdı.barut bildiğimiz baruta benzemezdi,son derece yoğun duman çıkaran ve itme kuvveti şimdikilere oranla çok düşük olan kara baruttu.sıkıştırılmış barutun üzerine mermi çekirdeği görevi görecek olan küre şeklinde kurşun bilye konulur ve bu bilye üzerine de paçavra konularak sıkıştırılırdı.ateşleme düzeneği ise horozunda çakmak taşı bulunan bir mekanizmadan ibaretti.tetik çekilince horozdaki çakmak taşı barutun bulunduğu çelik yuvaya hızla çarpar ve kıvılcım çıkarırdı.bu kıvılcım barutu ateşler,meydana gelen itme gücü ise kurşun bilyeyi fırlatırdı.tabii bu silahlarda yiv ve setler olmadığı için doğru nişan almak hemen, hemen imkansızdı.
(II)Pruva geminin baş kısmı
(III) Hispanyola yada İspanyola şimdiler de batısı Haiti, Doğusu Dominik cumhuriyeti olan ada
(IV) Skeleton Coffin Cage – İskelet kafes orta çağda kullanılan işkence yöntemlerinden birisi, sonraları ibret olması için yağma ve korsanlık yapanları cezalandırmak tada kullanılmıştır. Kafesler insan şeklinde etraflarını saran parmaklıklardan oluşur, bir insan içerisine zar zor sığar buna hapsedilen kişi günlerce açlık ve susuzluktan ölmesi için bekletilirdi. İbret için öldükten sonra bile çürümeye terk edilen mahkûmlar olmuştur.