Hükümdar İbrahim bin Ethem nefsini avladığı o günkü son avdan döndükten sonra saatlerce düşündü. Ve gece yansına doğru vezirini çağırtıp kararını ona açıkladı:
“Ben bu sultanlık oyununu bırakıyorum. Zaten bunu iyi beceremedim. Bundan sonra hükümdar sensin, tnsan-lara iyi davran ve adaletle hükmet. Allah’a hesap vereceğini unutma!”
Vezirin itirazları, yalvarışları bir şey değiştirmedi ve o gece derviş kıyafetiyle saraydan ve Belh’ten ayrılan İbrahim bin Ethem, kendini daha hafif ve Özgür hissederek yollara düştü.
Yolu bazen dağlardan, bazen çöllerden geçti. Geceleri gökyüzünün ihtişamını, gündüzleri yeryüzündeki ilâhi san’atlan tefekkür etti.
Gittiği her yerde Allah’ın saltanatını seyrederek ve Onun büyüklüğünü düşünerek ibadet etti. Tefekkürü geliştikçe iç dünyası ve gönül âlemi de genişledi.
Karşılaştığı insanlara kendini değil Kâinat Yaratıcısını tanıtmaya ve Ona karşı görevlerini hatırlatmaya çalıştı, insanın, ancak Allah’a teslim olarak nefsin esaretinden kurtarabileceğini, Onu bulanın herşeyi bulacağını, Ondan yoksun olanın herşeyden yoksun olacağını anlattı. Hükümdarlıktan gelmenin asaleti ve tok gözlülüğü ile son derece de etkili oldu.
Köyden köye, ilden ile nihayet Mekke’ye ulaştı. Büyük bir saygı içinde varıp Kabe’nin örtüsüne tutunarak şöyle yalvardı Rabbine:
“ilâhî, asi ve günahkâr kulun sana geldi. Günahlarını itiraf edip Sana yalvarıyor. Eğer onu affedersen, bu zaten Senin şanındır. Eğer reddedersen, Senin kapından başka hangi kapıya gitsin, kim ona merhamet etsin?”
Gözyaşları içinde yalvardı ve aylarca orada ibadet etti. Soma, “Allah’ı aramakla bulmak mümkün değildir, ancak Onu bulanlar yine de aramaya devam edenlerdir” diye düşünüp yeniden yollara düştü.
Kızıldeniz kenarında bir taşın üzerinde oturup kopan düğmesini diktiği sırada oradan geçen bir kervanda bulunanlar onu tanıdılar ve yanında durup, “Vah vah, bir zamanların hükümdarı ibrahim bin Ethem’e bakın, iğne elinde, düğme dikiyor. Hiç o saltanat bırakılıp da bu hallere düşülür mü?” dediler.
ibrahim bin Ethem, gerçek sultanlığın Allah’a kulluk olduğunu anlasınlar diye iğnesini denize attı:
“Ey balıklar, iğnemi getirin bana!” diye seslendi. Binlerce balık, ağızlarında altın birer iğne olduğu halde denizden başlarını çıkarıp ona uzattılar.
İbrahim bin Ethem kervan yolcularına, “Önceki saltanatım im üstündü, şimdiki mi?” diye sorduktan sonra şöyle tamamladı sözlerini:
“Allah’a kul olmak öyle bir saltanattır ki, eğer bilselerdi bütün sultanlar, sultanlığı bırakıp bu manevî saltanata talip olurlardı. Çünkü bu, ebedî bir sultanlıktır.”
Yıllar sonra garip bir his ibrahim bin Ethem’i Belh’e geri döndürdü. Yağmurlu bir gecede, yorgun ve hasta bir halde bir külhancıya misafir oldu. Sohbet ederlerken, ermiş bir insan olduğunu anladığı külhancıya, “Allah’a ettiğin dualar içinde, kabul olmayan bir duan oldu mu?” diye sordu.
Külhancı, “Bütün dualarım kabul oldu, ama İbrahim bin Ethem’i dünya gözüyle görme isteğim konusundaki duam kabul olmadı” deyince, kendisini Belh’e çeken sırrı anladı ve külhancıya:
“Sen öyle mübarek bir insansın ki, senin duanın kabul olması için Allah, İbrahim bin Ethem’i sürüye sürüye senin ayağına getirttirdi” dedi.
Ve kelime-i şehadet getirerek başı külhancının dizinde, ruhunu Allah’a teslim etti.