Leydi Astaroth’un Geçidi
Leydi Astaroth’un Geçidi; Kuşların cıvıldadığı kelebeklerin uçuştuğu çift boynuz vadisi, burada Kurtlar, Çakallar, Dağ aslanları, Bizon, Geyik, Kunduz, Su samuru, Rakun ve birçok vahşi hayvanın yaşadığı geniş meralar, vadinin sınırlarını belirleyen kış zamanı korkunç sesler çıkararak akan Yeşil ırmağın Vadinin sonundaki Lake ewakita gölünün tam ortasındaki koruluktayız. Çok iyi gizlenmiş üzeri dallar ve örtüyle saklanmış bir çift göz meranın ortasında yer alan yeşil çayırları gözlüyor.
Bu otlakta hiçbir şeyden haberi olmayan kuzey Amerika bizonu otlamakta sürünün en iri bizonu, sürüsünden ayrılarak koruluğa doğru yaklaştı havayı kokladı. Hiç tanımadığı yabancı bir koku alıp tedirgin oldu ve başını göğe dikerek havayı bir daha kokladığında gizlenen avcı ortaya çıkarak tetiğe bastı. Gök gürültüsünü andıran bu ses büyük bizonu yere devirdi ama tüm sürüyü hareketlendirdi kaçmaya başladılar. Ayağa kalkan avcı boynunda takılı barut takılı boynuzu hızla kapıp tüfeğini tekrar doldurmaya başladı. İkinci kez tetiğe dokundu ama sürü çoktan uzaklaşmıştı.
Avcı sinirden başında bulunan samur kürkünden yapılma şapkasını yere vurarak tepindi:
-Lanet olası hayvan! Nasıl aldın kokumu? O kadar balçık sıvandım gizlendim.
Bir süre devrilmiş bir ağacın üzerinde oturdu. Sakinleştiğine karar verince belinde yarım bir kılıcı andıran bıçağını çıkarıp az ileride yatan bizona yaklaştı. Yarım saatlik uğraşın ardından bizonu tamamen yüzmüştü. En son olarak taşıyabileceği kadar bizon etini atına yükleyerek patikayı takip ederek dağın yamacına kurduğu Kulübeye geldi. Yaşlı bir adam kapının önünde yakaladığı hayvanların derilerini yüzerek tabakalayıp kurutuyordu.
-Selam ihtiyar
-Pat erkencisin.
-Evet! Tüm gün izlediğim sürüden 1 tane ancak avlaya bildim. Neyse ki tuzaklar doluydu
Akşam yanan ateşin ışında pişirilen bizon eti pişirildi. Hemen arkasından içilen kahve ve tabi ki sohbet
-Jako ben yarın sabah erkenden eve döneceğim. Sene başından beri Kızılderililerle yaptığım takaslardan aldığım altın ve şimdiye kadar biriktirdiğim kürkler Kate ile evlenmem için yeterli olacaktır.
-Havalar soğumaya başladı. Bende bunun farkındayım ama biraz erken değil mi?
-Kate’i çok seviyorum. Ona kavuşmak için bir an evvel gitmem gerekiyor.
-Ooo yavaş ol bakalım evlat bir ömür birlikte olacaksınız. Ben daha önce bunları yaşamış birisi olarak başımdan 3 evlilik geçti. İnana hiç birisinde ilk evliliğim kadar heyecanlanmadım ve şimdi olsa asla evlenmem.
-Üç evlilik yapan birisi mi? söylüyor bunları. Tamam, ilki için hataydı dedin diğer iki evliliklerin.
-Pek haksız sayılmazsın ama ilk evlilik aşktı, ikincisi zengin bir kadındı, sonuncusu bir Apaçi sadece yatağımı sıcak tutup işleri görecek birisi lazımdı. Umarım mutlu olursun evlat.
-Olacağım yaşlı dostum.
Sabah daha hava karanlıktı ve Pat atını hazırladı ağaçtan yaptığı tekerleksiz kızağın üzerine yaz boyu avladığı kürkleri bağladı. Yiyecek torbalarına kurutulmuş et kahve birkaç kap kacak bağladıktan sonra yaşlı avcı Jako ile sarılıp vedalaştı. Yaşlı jako atıyla gözden kaybolana kadar arkasından onu seyretti.
Uzun ve yorucu bir günün ardından Pat ince dar dağ yolunun ağaçlık kısmında hava kararmadan durdu. Atının sırtından yükleri indirdi. Taşları bir araya getirerek kahve demliğini bu taşın üzerine koydu.
-İşte her şey hazır tek eksiğimiz ateşi gece boyu canlı tutacak kadar kuru odun.
Pat yakın çevresinden kuru dal parçalarını toplamaya başladı. Topladığı dalları atını bağladığı yakın kocaman bir ağacın altına yığdı. Tüm işi bittiğinde ateşi yakmak için üstte duran odunlardan birini aldı. Üst, üste duran dallar dengesizleşip dayalı durdukları ağacın oyuğuna yuvarlandı. Pat topladığı odunların çoğunu kaybedince oyuğa eğilerek onları almaya çalıştı. Oyuktan içeri giren pat geniş bir pasaj olduğunu görerek ilerlemeye başladı aniden göçen zeminde kendine gelip etrafına bakındı. Düşmenin etkisiyle yeşil bir toz bulutu etrafı kaplamıştı ve yerde 10 – 15 tane çürümüş iskelet bulunmaktaydı. Pat eliyle ağzını kapatarak ilerde gördüğü parıltıya doğru ilerledi.
Pat az bir yürüyüşle çıkışa ulaştığında gözlerine inanamadı. Parıltı altından yapılmış bir şehrin ışığıydı. Çıktığı mağara ise yıllardır gizli duran başka bir diyara açılan bir geçitti. Pat kendi kendisine:
-Evet işte zengin oldum birkaç parça altını dışarıdaki atıma yükleyebilirsem, tüm Dünyayı satın alabilirim.
Aniden ellerinde mızrak ve kılıçlar olan yarı çıplak amazonlar pat’ın etrafını çeviri verdiler.
-Dur bakalım yabancı tutuklusun bizimle geliyorsun.
Amazonlar pat’ın belindeki bıçağı almalarına rağmen, kemerinde takılı çakmaklı piştovuna ve boynuz içindeki barutuna dokunmadılar. Pat içinden “Bu savaşçılar daha önce ateşli silah görmemişler şanslıyım” diye içinden geçirdi. Düzgün taşlardan kesilmiş taş yoldan ilerleyip pazardaki alışveriş yapan ve şaşkın bir şekilde ona bakan amazon kadınları geçip şehrin merkezinde yer alan saraya geldiler. Her sütunun önünde elinde mızrağı olan bir savaşçı nöbet tutuyordu. Taht odasına girildiğinde Taht üzerinde Boylu poslu, güzel ve iri yapılı bir kadının oturduğunu gören pat “Kraliçe bu olmalı” diye içinden geçirdi.
-Yabancı yıllardır kimsenin bulamadığı Leydi Astaroth’un şehrine girme cüretini göstermişsin. Bu yaptığının cezası ölümdür.
Pat onu saygı ile selamlayıp
-Affedersiniz güzel kraliçem, ben aslında buraya kaza eseri düştüm eğer müsaade ederseniz buradan çekip giderim ve asla kimseye buradan bahsetmem.
-Çok güzel ancak size nasıl güveneyim? Daha önce güvendiğimiz kişiler daha kalabalık şekilde gelip savaşçılarımı öldürdü. Bu sebeple Leydi Astaroth giren herkesi öldürmemizi emretti o zamandan beri ölüm uygulanıyor kusura bakma
-Ama.. beni..
-Götürün onu kurban odasına hazırlayın.
Savaşçılar onu bir odaya götürerek attılar pat önce kapıyı açmaya çalışsa da başaramadı. Yumruklarla ve tekmelerle kapıya olanca gücüyle vurarak bağırmaya başladı.
-Lanet kadınlar çıkarın beni buradan gitmeliyim
Tüm bunlar olurken pat aslında bir hücreye kapatıldığını düşünürken neden bu kadar aydınlık bir yerde olduğunu düşünüyordu. Arkasından gelen kıkırtılar ve gülüşmeleri fark ederek arkasını döndüğünde kocaman bir havuz içerisinde yüzen kızlar etrafına kurulmuş masaları görünce çok şaşırdı. Havuzdan çıkan iki çıplak kız onun koluna girerek masaya oturttu elbiselerini kesip çıkardılar. Önüne bir bez bağlayıp uzun saçlarını ve sakalını kestiler. Ardından su akan kocaman bir havuz içerisinde yıkanan pat aynı zamanda acıkan midesini daha önce tatmadığı yemeklerle ve meyvelerle doldurdu. Bir süre sonra pat kendisinden geçmişti. Uzun bir uyku rengârenk rüyalardan sonra gözünü açan pat boynundan dizine kadar uzayan bembeyaz bir elbise içerisinde uyandığında yanında kimsecikler yoktu.
Kapı açıldığında içeri mızraklı iki savaşçı ile birlikte elinde gümüş bir tepsi içinde çeşitli yiyecekleri taşıyan bir hizmetçi geldi.
-Kahvaltınız efendimiz.
-Efendimiz mi?
Kadın bir şey söylemeden odadan çıktı. Pat sıkıla çekine yiyeceklerden ve meyvelerden yiyerek karnını doyurdu. Bir süre sonra kapı açıldı gelen savaşçı:
-Kraliçemiz sizi emretti efendimiz beni takip edin dedi.
Pat kendi, kendisine “Bir yanlışlık olmalı bana efendimiz diye hitap ediyorlar” Taht odasına girildiğinde parlak ve seksi elbisesi ile tahtta oturan amazon kraliçesi ayağa kalktı.
-Hoş geldiniz Lord’um
-Lord, efendim neler oluyor burada?
Kraliçe pat’ın yanına gelerek elinden tutup onu tahtının yanında duran yere oturttu.
-Burada sana bir fırsat sunulacak 2 şansın var. Buraya gelen kişiye sunulan bir fırsat, bu şansı bir kez elde edeceksin ya kurban törenine katılmayı kabul eder merasim sonrası burada benimle kalır bu şehri birlikte sonsuza kadar yönetiriz Ya da ölüme mahkûm edilirsin. Efendim konusu ise buraya gelenlerin hepsi şu ana kadar kabul etti, sende kabul edeceksin bu yüzden kurban ayini öncesi ona hepimiz saygı gösteririz.
-Kurban töreni nedir? Ne yapmam gerekiyor.
-Kurban töreninde tüm şehir halkı bulunur. Kurban olacak kişi bunu gönüllü olarak kabul etmeli aksi takdirde bu gerçekleşmez.
-Sonsuza kadar nasıl olur?
-Şaşırtıcı değil mi? bizim şehrimizde yaşayanlara ölüm yoktur, hastalık yoktur.
-Ama beni ölüme mahkûm edebiliyorsunuz.
-Kısacası bu ritüel yapılmalı.
-Hayır diyorum, hayır kate olmadan asla
-Nasıl cüret edersin? Nöbetçiler götürün bunu ve kabul edene kadar onu altın madeninde çalıştırın ve kırbaçlayın.
Pat zincirlenerek madene atıldı. Sabahtan akşama kadar kırbaçlanarak çalıştırıldı. Sadece öğlen yemek molası verildi. Öğlen yemeği yine altın madeninin içinde kurulmuş bir kazandan dağıtılıyordu. Yemeğini alan bir yere çöküp yemeğini yiyor ardından çalışmaya devam ediliyordu. Ancak dikkat çeken orada çalıştırılan herkes beli bükülmüş saçı sakalı ağarmış kişilerden oluşuyordu aralarında genç kimse bulunmuyordu. Nöbetçiler mahkûmların yakın oturmasına konuşmasına müsaade etmiyordu. Akşam hücreye atıldığında duvara vurulan metalik bir ses duyuldu.
-Hey sen yeni çocuk adın nedir?
-Pat Wilson, İrlandalı, bana İrlandalıda derler. Sen kimsin?
-Ben Tex Tucker yemek dağıtan kişi
-Babalık sen en az seksen yaşında olmalısın ne kadar zamandır buradasın?
-Pöh! Ben 21 yaşındayım. 1 Yıldır burada bulunuyorum. Geçen yıl kovaladığım tavşan beni buraya getirdi. Kraliçenin güzelliği, yaptığı teklif hastalık olmaması, ülkeyi yönetmek, hemde altından bir şehri çok cazip geldi. Hemen kabul ettim işte buradayım.
-Anlamıştım zaten.
-Nasıl anladın? Ben ve buradaki zavallılar anlamadık
-Kraliçe benden öncekilerin hemen kabul ettiğini, benimde kabul edeceğimi söyledi ama kabul edenler burada olsaydı bu teklif asla bana yapılmazdı.
-Çok haklisin o kısmı kaçırmışım. Hatta kaçırmışız kurban töreni bizim gençliğimizi ve yıllarımızı alıp onlara veriyor. Onlardan kalan yaşlılık ve rahatsızlıklar ise bizim oluyor fark etmedin mi? kadınların hepsi genç onların gençliğinin sırrı bu.
-Tex buradan nasıl çıkarım?
-Bu çok zor ama imkânsız değil. Sana tavsiyem nöbetçiler kuş uçurmuyorlar. Fakat bu aslında onların zayıf tarafı yarın ayın 21 inci günü en uzun gece için hazırlık yapılacak. Leydi Astaroth u davet için törenler hazırlığına başlayacaklar. Yani şehir halkı ve kraliçe tapınakta olacak. Yarın öğlen yemeğini herkesten önce bitir ve işinin başına dön nöbetçiyi halledecek kadar güçlüsün. Buradan çık ve kapının dışındaki kolu çekerek parmaklıkları indirip herkesi madene hapset. Sonrasında en dış kısımdaki sulama kanalındaki kapağı aç kendini kurtar.
-Bütün planı yapmışsın, neden kaçmadın.
-Ben artık yaşlı biriyim aç gözlülüğümün cezasını çekiyorum. Buradan kaçacak gücü ve enerjiyi kendimde bulamıyorum.
-Bunu yapamam, suyu madene verirsem sizde boğulursunuz.
-Haklısın ancak sonsuza kadar yaşlı olarak kalmak nasıl bir işkence bilemezsin? Bizi bundan azad etmelisin pat tek umudumuz sensin. Yarın öğlen olabildiğince nöbetçileri meşgul edeceğiz. Kaç kendini ve bizi kurtar. Kurban töreni sen kabul etsen de etmesen de gerçekleşecek unutma.
-Ama kraliçe kurban kabul etmeli demişti.
-Kraliçenin hangi sözü doğru bilemezsin.
-Haklısın.
Ertesi gün öğlen yemeği sırasında pat denileni yaptı erkenden yemeğini bitirip işinin başına döndü. Çalışırken yemek kazanı başındaki tex ile göz göze geldiklerinde tex ona gülümseyerek baktı ve göz kırptı.
-Hadi arkadaşlar dediğinde yaşlı mahkûmların hepsi kendileriyle ilgilenen nöbetçinim üzerine atıldı. Sesi duyan pat’ın başındaki nöbetçi sesleri kontrol etmek için arkasını döndüğünde pat sıranın kendisine geldiğini anladı. Elinde tuttuğu kazmayı sertçe savurup nöbetçiyi yere yığdı ve mağaranın çıkışına doğru koştu. Aynen tex’in dediği gibi kolu çekip demir parmaklıklarla madeni kapattı. Yaşlı dostlarına baktığında ise çoğunun yere atılıp kırbaçlandığını birkaç kişinin ise hala karşı koyduğunu gördü. Çaresizce sulama kanalına giderek suyu tutan kapakları açtı dakikalar içerisinde mağara suyla dolmuş içindekiler yüzmeye başlamıştı.
Pat şehre giden taş yola indiğinde dostu tex’in dediği gibi ortalıkta sarayın duvarını koruyan birkaç nöbetçi dışında kimseyi görmedi. Sarayın altın duvarlarının altında saklanarak ilerleyen pat boş bir meydana geldiği de kutuların içerisinde atılmış meyve kumaş odunların olduğunu gördü bunların arasında eski kıyafetleri de seçilebiliyordu. Pat biraz uğraşla samur şapkasını, tabancasını ve boynuz şeklindeki barutluğunu buldu. Elindeki silahın metal arka kısmını kullanarak sarayın büyük duvarlarından büyükçe bir parça altını kırmayı da ihmal etmedi. Pat “Eh bu da bana çektirdikleri ve oynadıkları oyunun karşılığı olarak bende kalsın” diyerek koca bir külçe altını beline sardığı kumaşla bağladı. Koşarak geldiği mağaranın olduğu tepeye tırmandığında saray muhafızları onu fark etmişti koşarak arkasından mağaraya kadar geldiler.
Pat onlardan kurtuluş olmadığını anlayıp, barut dolu boynuzun içinden bir miktar barutu döküp boynuzu girişe bıraktı. Sonra nöbetçiler gelmeden yerden aldığı taşların üzerine elindeki piştovun tabanını vurarak kıvılcımlar çıkarıp barutu tutuşturdu. Nöbetçiler mağara girişine ulaştığında barut boynuza ulaşmıştı. Büyük bir gürültüyle patlayıp girişi havaya uçurdu.
Patın içerisinde bulunduğu bir anda yemyeşil tozla kaplandı. Pat bu dumandan nefes alamaz hale gelmişti. Yerde sürünerek ağacın kovuğuna ulaşıp köklerinden tutunarak güçlükle tırmandı. Etrafa bakındığında atı bağladığı yerdeydi ve hava hala tam olarak kararmamıştı. Pat yuttuğu tozların etkisiyle aşağıdaki gibi renkli ve değişik rüyalar gördü. Uyanıp kendine geldiğinde olanları düşündü.
“Nasıl olur? Ben aşağıda yaklaşık 4 gün yaşamışken yukarıda 1 saat bile geçmemiş tüm bunları yaşadım mı? yoksa bir hayal miydi?”
İrlandalı Pat Wilson bir haftalık yolculuk sonrasında kasabaya ulaştı. Kürkleri sattı, kürklerin arasına sakladığı Kızılderililerden takas karşılığı aldığı sarı taşları yada diğer adıyla altınları satmak üzere dükkanlardan birisine girdi.
-Elimde şu altın parçaları ve birde bu var ne kadar tutar diyerek kasada duran adama uzattı.
Şaşkın vaziyette pat’a bakan adam kese içindeki altınları küçük terazisine döktü ve pat’a dönerek:
-Bu çıkının içerisinde ne var evlat?
-Aç ve bak koca bir külçe altın onu satın alabilecek kadar paran var mı bakalım? Dedi keyifle gülerek
Adam çıkını açtığında kahkahalarla gülmeye başladı. Buna bir anlam veremeyen pat eğilip adamın elinde tuttuğu şeye baktığında sadece değersiz bir parke taşı tutuğunu gördü.
-Nasıl olur? Koca bir külçeydi.
Sonra elinde parke taşı ve bozdurduğu altınların parası ile dükkândan çıkarak nişanlısı kate ve dayısı Arthur’un kasabaya çok yakın çiftliğine doğru yola çıktı. Kate ve Pat uzun süre öpüşüp kucaklaşıp hasret giderdiler. Nefis bir tavşan yahnisinden sonra dayı arthur şömine’nin önünde oturup keyif piposunu ateşledi. Kate’de onlara katıldı. Pat başından geçenleri, yaşadığı macerayı onlara anlattı. Kate birazcık kıskansa da olanları dinledi. Bir ara dayı arthur “Leydi Astaroth” adını duyunca heyecanla içeri gidip bir sandık içinde bulunan okuduğu kitapları aradı taradı.
-Hah! İşte burada
-Nedir o?
-Dinleyin size birkaç satır okuyayım da dinleyin. Leydi Astaroth şeytanın uşağıdır. Hatta bir çok kaynakta şeytanın kendisi olduğu da söylenip anlatılmaktadır. Onu görenler genç gösterişli seksi ve tek gözü bantlı bir genç kız derken bazı eki yazıtlarda boynuzlu tek gözlü ve keçi bacaklı bir dev olarak resmedilmiştir. Yardımcısı olan yılanları istediği şekle sokarak genç erkekleri çeşitli vaatlerle ve yetiştirdiği özel uyuşturucu bir mantarla kandırıp gençlikleriyle takas etmektedir.
-Yani genç adam teklifi kabul edip orada kalmış olsaydın muhtemelen o mağaradaki diğer iskelet sen olacaktın.
-Peki, Arthur söyler misin? Üzerimdeki kıyafetler ve oradan aldığım taşın hala bende olması konusunda ne diyeceksin?
-Tamamen bir gizem ama tahminim gördüklerin hiçbir zaman altından yapılmış bir yer değildi. Taş ve topraktı belki öyle bir yer yoktu. Sen düştüğün andan beri mağaradaki mantarın tozuna maruz kaldın. Kıyafetler orada bulunan iskeletlerden birinin üzerinde ya da yanındaydı bilemem.
Pat o akşam yatağına uzandığında dostu tex’i genç haliyle melek olmuş şekilde rüyasında gördü. Başının üzerinde altın bir halka taşıyordu. Tex “Teşekkürler pat sayende ruhumuz özgürlüğüne kavuştu ”dedi. Hemen arkasından Leydi Astaroth şehrin üzerinde koca bir dev boynuzlu bir şeytan şeklindeydi tek gözü kör diğeri ise yanan biz köz gibi kıpkırmızıydı keçi ayağıyla binaları yıkıyor şehri yerle bir ediyordu. Eline aldığı amazonlar yılana dönüşüyordu. En sonunda sarayı yıkarak kraliçeyi eline aldı
-Aptal kadın sana verdiğim kıymetli hediyelerin kıymetini bilemedin
Kraliçe ise:
-Efendimiz bir şans daha verin.
Leydi Astaroth:
-İlk ve son şansını kaybettin dedikten sonra onu da bir yılan haline çevirip eline doladı.