Bir zamanlar bir köyün ortasından bir nehir geçermiş. Öyle derinmiş, öyle hızla akarmış ki su kıyısına yaklaşmaya bile korkarmış insanlar.Köyün iki yakasında güzellikleriyle ve becerileriyle meşhur iki kadın yaşar ve birbirleriyle hiç geçinemezlermiş. Her gün giyinir kuşanır, feslerini takınır nehir kenarına gidip karşı kıyıdan birbirlerine laf yetiştirirlermiş. Kadınlardan biri bir gün çok hastalanmış. Eltisine
–“Benim kıyafetlerimi giy, fesimi de tak, nehir kıyısına git. Bugün beni göremezse kaçtım zanneder” demiş. Eltisini bir güzel giydirmiş ve göndermiş,Elti nehir kıyısına gidip beklemeye başlamış. Derken karşı kıyıdan ilk zehirli laf gelmiş. Elti cevap vermemiş. İkinci, üçüncü taarruz da cevapsız kalmış. Eltinin suskunluğu karşısında giderek daha çok bağıran karşı kıyıdaki kadın sinirden üstünü başını paralamaya başlamış. Ne yapsa karşıdan ses gelmiyormuş. Sonunda öfkeden öyle delirmiş ki,
-“Sen kim oluyorsun da bana cevap vermiyorsun?” diyerek hışımla karşı kıyıya geçmek için kendini nehire atmış. Atmasıyla beraber azgın nehir suları kadını alıp götürmüş. Elti ayağını sürüye sürüye eve dönmüş. Hasta yatağında eltisinin eve dönmesini bekleyen kadın merakla sormuş
–“eeee” demiş “Ne oldu?” Elti başındaki fesi çıkarıp
-“seninki öldü” diye yanıt vermiş.
–“Nee” diye fırlamış yataktan kadın
– “Ben seni kavgamı sürdür diye gönderdim, sen düşmanımı mı öldürdün?”
Eltisi kadına bakıp
-“Yok” demiş. “Onu ben öldürmedim, onu kendi öfkesi boğdu”