Atatürk’ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor :
Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk geceyi yaşıyordu.
Mustafa Kemal Pasa İzmir’de ilk gecesini çalışarak geçirdi. Zengin bir
sofra hazırlandığı halde ufak tefekle karnını doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı.
Ertesi sabah erkenden uyandık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik.
Vali, İngiliz konsolosu ile konuşuyordu.
Biz gelince vali ayağa kalktı ve konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos iyi Türkçe biliyordu.
Pasa valiye sordu:
“Konu nedir ?”
Vali anlattı:
“Sayın konsolos, İngiliz tebası vatandaşlarla Rum ve ermeni azınlığın güven altında olup olmadığından endişeleniyorlar. Ben kendilerine herkesin güven altında olduğunu bildirdim”.
Mustafa Kemal Pasa konsolosun türkçe bildiğini biliyordu, buna rağmen kendisine valiyi muhatap aldı:
“Ee, peki daha ne istiyormuş ?”
Bu soruya konsolos türkçe cevap verdi:
“Tebamız için hükümetinizden yazılı teminat istiyorum !”
Pasa:
-“Ne yani, Yunanlılar zamanında siz tebanızı daha emniyette mi görüyordunuz ?”
Konsolos kasılarak:
-“Evet” dedi, “Yunanlılar buradayken tebamızı daha emniyette görüyorduk.”
-“Öyleyse buyurun, tebanızla birlikte Yunanistan’a gidin, efendim !”
Konsolos sinirlenerek sesini yükseltti:
-“Yani majestelerimin hükümetine savaş mı açıyorsunuz ?”
Pasa:
-“Siz kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben Millet Meclisinin başkanı ve Türk orduları başkomutanıyım. Savaş açmaya da barış yapmaya da tam yetkiliyim. Peki siz kimsiniz ?! Hükümetiniz
adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüselim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz dışarıya, efendim !.. ”
Konsolos, Mustafa Kemal Paşa’nın son sözleri üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti.
Mustafa Kemal Pasa, adamın arkasından valiye dondu:
-“Bunlara yüz vermeyin vali bey! Bir donanma önünde pısacak, bir blöf karşısında yelkenleri suya indirecek bir devletçik sanıyorlar bizi! Küstahlık derecesine bakın, bana ‘savaş mı açıyorsunuz ?’ diye soruyor. Barut kokan bir odada adamın sorduğu şeye bak !.. Savaş halinde değiliz sanki !”
Birkaç saat sonra, İngiliz donanması komutanı hükümet konağının kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa’nın odasına yöneldi. Nazik fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref kendisine ne istediğini sordu.
-“Başkomutan Mustafa Kemal Pasa ile görüşmek istiyorum !..”
Birlikte odaya girdiler, kapı kapandı.
Amiral:
-“Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale’deki başarınızı rastlantıya borçlu olmadığınız kanıtlandı böylece. Büyük bir askerle tanıştığım için
memnunum.” diyerek övgüler yağdırmaya başladı.
Pasa, bıkkın bir ifadeyle:
-“Bunları geçin amiral. Çok isimiz var. Asil konuya gelin” dedi..
Amiral bu tavır karşısında bocalayarak konuya girdi:
-“İzmir’de tebamız ve sizin azınlıklarınız Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güvende midirler ?”
-“Hiç kuskunuz olmasın amiral. Tebanız ve azınlıklar hükümetimizin koruması altındadır. Suç islemeyenler, kendilerini güvende sayabilirler”
-“Peki suç isleyenler ?”
-“Suç isleyenler sayın amiral, muhtemelen sizin ülkenizde de olduğu gibi, adaletin huzuruna çıkar. Suçlu olanlar, cezalarını çekerler.”
-“Fakat Pasa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumlar şımarıklık yapmış olabilir. Bugün bu insanlar yerli halkın düşmanlığı ile yüz yüzedirler. Ermenilerin biliyorsunuz büyük bir bolumu göçe zorlandı ve önemli bir bölümü hayatlarını kaybetti. Bu ruh haliyle Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır, bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kişiler halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır !..”
Son cümleye kadar amirali sakince dinleyen Mustafa Kemal Pasa,”dünyanın koparacağı gürültü” ile tehdit edilince amiralin sözünü kesti:
-“Üstünlük pozunuzu derhal bir kenara koyunuz amiral! Milletleri tehdit etmekten de vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerinin kıyamet koparıp koparmayacağını düşünmem bile! Bunlar memleketin dâhili isleridir ve de sizin bu islere karışmanıza müsaade etmem. Majestelerinin devleti bizim azınlıklarla uğraşmaktan vazgeçsin. Kim ki bize saygı beslemez, biz den de saygı beklemeye hakkı olmaz”
Amiralin yüzü bembeyaz oldu:
-“İngiliz hükümetinin tebasini her yerde koruma hakkı devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz…”
Pasa:
-“Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen cesetlerini herhalde görmüş olmalısınız. Ordumuz asayişi sağlamıştır. İzmir limanını donanmanıza kapatıyorum. İsterseniz, tebanizi gemilerinize doldurabilirsiniz. Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum !”
Sert sözler karşısında amiral ne yapacağını şaşırdı:
-“İngiltere’ye savaş mi acıyorsunuz ?”
Pasa:
-“Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr antlaşmasının halen yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırtıp attık bile. Karşımda serbestçe oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Fakat nezaketimizi kötüye kullanmanıza müsaade edemem. Su anda hukuken “barış antlaşması yapmamış” iki devletiz. Savaş hukuku halen yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size tekrar ve son defa ihtar ediyorum !…”
Bir balmumu heykeline döndü amiral….
Sert adımlarla girdiği Mustafa Kemal Paşa’nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçüldü ve sonunda kekeleyerek:
“- Affedersiniz !” dedi, yerlere kadar eğilerek geri geri kapıya gidip dışarı çıktı.
Olay kısa sure içinde şehirde duyuldu…
İngiliz ve Fransızlar kendi uyruklarını gemilere bindirmeye başladılar.
Birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler…
Bu olay akıllara bedevi hikayesini getirmekte o hikayede söyledir.
Bedevi İle Devesi:
Bir bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında çölde yol almaktadır. Birden ufuk çizgisi kararır, kuşlar uçuşarak kaçar, çöl mutlak bir sessizliğe bürünür.
Tecrübeli bedevi, bu belirtilerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu anlar. Hemen devesini çökertir, üzerinden iner. Heybeden çıkardığı sağlam bir kazığı kumlara çakar ve devesini bu kazığa bağlar.
Sonra diğer heybeden, katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırı alelacele kurup içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler. Son düğümü henüz atmıştır ki, kara bulutlar bölgeye gelir ve fırtına patlar. Küçük çadır sökülecekmiş gibi sallanmakta, rüzgârın savurduğu kumlar, neredeyse delip geçecek hızda çadır yüzeyinde çarpmaktadır.
Vücuduna saplanan her kum tanesinin verdiği acı büyük olduğu için deve dile gelir:
“Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin?”
Dışarıda bulunmanın zorluğunu iyi ilen bedevi zavallı devenin bu dileğini kabul eder ve:
“Peki, başını çadıra sokabilirsin” diyerek kapıyı bağlayan düğümleri açar. Durmak bir yana, fırtına daha da artarak gemi azıya alır. Deve, sahibine tekrar yalvarır:
“Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur ve şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım.”
Bedevi biraz tereddüt eder ama bu isteğe de peki der.
Fırtına sanki sonsuza kadar sürecek gibidir. Deve bu kez, daha acıklı bir sesle yalvarır:
“Efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver.”
Bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer kalmamıştır. Bu duruma bedeviden önce deve tepki gösterir:
Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan…”
* * *
Lider kimdir? Lider, devenin başını dahi çadıra sokmasına izin vermeyen insandır Ki O da Atatürkten başkası olamaz