Onyedinci asır başlarında Dalmaçya da Nadin Kasabasında Sancak Beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşlarında bir çocuk vardı.Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa bir gün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmış kocaman bir çift partal kundura
giydirmişti.Nadin’den bir vazife ile bir Kapıcı başı geçti. Sancak Beyinin konağında
misafir oldu ve küçük ahır uşağının zeka ile parlayan gözleri ve kir tabakaları altında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıp temizlettikten sonra alıp İstanbula getirtti. Saraya verdi.
Enderunu Hümayun çocukları arasına katılan çocuğa, güzelliğinden ötürü yusuf adı konuldu. Nadinli Yusuf kısa bir zamanda yükseldi. Kaptan Paşa oldu. Bir gün Nadide kaptan Paşa’nın bir adamı geldi ve Sancak Beyine mühürlü bir meşin torba verdi, bir mektup ta da şunlar yazılıydı:
“Falan yerde oturan Maria isminde bir dul kadın vardır; bu torba eğer sağ ise , Sancak Beyinin ve Nadin kadısının huzurunda o dul kadına verilecektir ve bir senet tanzim edilip bana gönderilecektir.”
Kadın sağ idi, çok fakir düşmüş bulunuyordu. Kadının ve sancak beyinin huzurunda Kaptan Paşanın torbası kendisine teslim edildi. Torbanın içinde bir çift kocaman partal kundura vardı ve içleri altın ile doldurulmuştu.Yusuf Paşa kısa bir de mektup yazmıştı
“Anacığım, diyordu, bir kış günü donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk ölünceye kadar seni unutmayacaktır