Sihirli Çakmak – The Thinder Box Kitabını Beğendiyseniz indirebilirsiniz yada okuyabilirsiniz.
Sihirli Kutu – Sihirli Çakmak – The Thinder box, The thinderbox bir çok açılımı ve söylenişi bulunan şey aslında Türkçeye çevrilirse, çakmak şeklinde söylenebilir. Peki nedir bu thinderbox ne işe yarar? Bu icat orta çağ İngiltere’sinde ortaya çıkan içerisinde önceleri sadece çakmak taşı bulunan bir tahta kutu ve o kutuyu daha rahat taşımak gittiğiniz yere götürebilmek için sarılan meşin, deri ya da çanta olan çıkından ibaretti. Bu icat sonraları zamanla gelişmeye başladı. Kutu içerisine zamanla çabuk tutuşturmak için kuru otlar,çıra, keten lifleri eklendi. Çakmak taşları kırıldığında ya da iş görmediği durumlarda kullanmak için ortası delik bir tahta işlemi hızlandırmak için keman yayına benzer dal parçası da vardı. Sonraları kırılmadığından çakmak taşına ilave bir çelik parçası gelişen optik teknolojisi ile birlikte kapak üzerine mercek konuldu. Bu sayede güneş kullanılarak ateş yakılabiliyordu. Hava karamış ise eski çakmak taşı ya da tahta kullanılarak yakılıyordu. Bizim konumuz tamamen bundan farklı olarak Danimarkalı çocuk kitapları ve hikaye yazarı olan “Hans Christian Andersen” tarafından yazılmış olan “thinderbox” hikayesi. Bu hikaye “Bin bir gece masallarından” etkilenmediğini ya da özgün bir hikaye olduğunu söylemek çok zordur. Avrupa halk hikâyeleri doğu’ ya ve Kudüs’e yapılan haçlı saldırıların etkisi ile artmış, Doğunun bilim, sanat ve teknolojisi bir şekilde Avrupa’nın içlerine kadar taşınmıştı. Danimarkalı yazar H.C. Andersen köyünde kulaktan kulağa aktarılan bu hikâyelerden etkilenmiş olabilir. Bazı kısımlar “Aladdin’ in Sihirli lambası” na paralel şekilde andırmasına rağmen tabi ki farklı anlatıma sahip bir hikâyedir.
The Thinderbox – Sihirli Çakmak
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, Develer tellal, pireler berber iken ben dedim beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Uzaktaki dağların arasından şırıldayarak akan nehir kıyısındaki toprak yolda bir ses duyuluyor “rap rap rap” Sıcak bir akşamüzeri güneş kararmak üzere. Ağaçların gölgelerinden yorgun olduğu her halinden belli olan kırmızı üniforması, kemerinde kılıcı ve tabancası takılı, bir asker beliriyor. İlerlemeye devam ederken son anda yorulduğunun farkına varıp nehir kıyısında çok az yaprakları olan yarı kurumuş dev bir ağacın altına çöküyor. Kuş cıvıltıları suyun şırıltısına karışırken bu sessizlik bozuluyor. Asker irkilip kılıcına davranıyor. Yaşlı üzeri yırtık, kir, pas içinde tırnakları kartal pençesine benzer çirkin ve yaşlı bir kadın “Dur! Asker meraklanma sana kötülük edecek değilim, sen zaten benden güçlüsün” Asker kılıcını tekrar kınına koydu ve “ Burada ne arıyorsun be kadın? Sessizce yanıma sokuldun az daha canından olacaktın.“ Yaşlı Kadın “Ben kasabanın yoluna yakın ormanın girişindeki kulübe de oturuyorum. Beni görünüşümden dolayı sevmezler. Kasabadan kovduklarından beri ormanda tek başıma yaşıyorum” Asker “Demek kasabaya yaklaştım, ne kadar uzaktayım?” yaşlı kadın “patikayı takip edersen hava kararmadan orada olursun” Asker “Teşekkürler o halde yola koyulayım”
Yaşlı kadın “Gitmeden bana bir iyilik yapmak ister misin? , hem biraz para kazanırsın” Asker “para mı? Çok işime yarardı. Cebimdeki para kasabada sadece bu gün karnımı ancak doyurur. Ne yapmamı istiyorsun?” Yaşlı kadın “Senin gibi güçlü kuvvetli birisi için zor olmayan bir şey bu ağaca tırmanıp en tepeye çıkarsan bu ağacın içinde kocaman bir oyuk göreceksin. Sana vereceğim ipi beline bağla kendini aşağı sal. Aşağı ulaştığında bir koridor göreceksin. Dediklerimi sakın unutma bir kapı açıkken asla ikinci kapıyı açma ve asla vereceğim mavi kareli örtüyü yere sermeden kapılardan herhangi birisini açmaya çalışma” Asker “kolay görünüyor ama neden? Kendin yapmıyorsun ” Yaşlı kadın “Bu işi yapmak senin için kolay olabilir, dedim ya ben yaşlı ve güçsüzüm” Asker “Peki yapacağım ama kapıların arkasında ne var?” Yaşlı kadın “Cehennem köpeği denilen aynı cins siyah renkli ve dev köpekler ilk kapıdaki normal büyüklükte ve bakır paraların bekçisidir. Kapıyı açtığında onu bir sandığın üzerinde göreceksin eğer mavi örtü yerde seriliyse korkmana gerek yok sandığın üzerinden inip örtünün üzerine oturacaktır. Sandığın kapağı kapandığından tekrar üzerine çıkacaktır. Hemen kapıyı kapat ve hemen örtüyü o kapının önüne serip diğer kapıyı aç buradaki köpek daha büyüktür.
Aynı şekilde bu sandığın içine bak gümüş para göreceksin istediğin kadar alabilirsin, Sonra diğer kapıya yönelip aynı şeyleri tekrarla buradaki dev köpek altın paraların koruyucusudur. Buradan da istediğin kadarını alabilirsin. ”Asker “Parayı nasıl? paylaşacağız.” Yaşlı kadın “Ben hiç para istemiyorum hepsi senin olabilir.” Şaşıran asker “Peki para istemiyorsan, ne yapmam gerekiyor?” Yaşlı kadın “ Bu sandıkların birinin altında eski bir çakmak kutusu var. Ben sadece o kutuyu bana getirmelisin paraların hepsi senin olabilir.” Asker tepeye tırmanıp ipi dallardan birisine bağladı, ipe tutunarak yavaşça aşağı indi. Yukarıdaki delikten süzülen ışık çok aydınlatmadığından, duvarda asılı meşaleyi yakıp içeriyi aydınlattı, yaşlı kadının verdiği mavi beyaz kareli Örtüyü yere serip ilk kapıyı yavaşça açtı. Kocaman bir sandık üzerinde siyah bir köpek dikilmekteydi. Asker kendi kendisine
“O kadar da korkunç değil neden? Cehennem köpeği demişler anlamıyorum ”diye düşündü. Köpek örtüyü görünce sandığın üzerinden atlayıp örtünün üzerine uzandı.
Asker sırt çantasını bakır paralarla doldurup sırtına astı. Elleriyle sandığın içini yokladı. Çakmak kutusu orada değildi. Sandığın kapanmasıyla köpek tekrar sandığın üzerine çıktı. Asker kapıyı kapatarak örtüyü diğer kapının önüne serdi ve ikinci kapıyı açtı. Buradaki Sandık üzerinde oturan köpek kocaman ve neredeyse bir insan boyundaydı. Asker biraz korkarak kenara çekildi köpek örtünün üzerine zıplayıp üzerine uzandı. Rahatlayan asker “Oooh! neyse ki köpekler ses çıkarmıyor. şimdi anladım cehennem köpeği dendiğini ” diye düşünür. Sandığın kapağını açan asker gümüşleri görünce çantasındaki bakır paraları oraya dökerek gümüş paralardan bolca doldurdu. Sonra sandığı el yordamıyla kontrol etti çakmak orada da yoktu. Sandığı kapatarak diğer kapıya yöneldi. Asker üçüncü kapıyı açınca korkudan sadece “Aman! Allah’ım” diye bildi. Karşısında dev simsiyah bir köpek duruyordu. Örtüyü gören köpek sandıktan inip örtüye yattı. Asker biraz çekinerek içeriye girdi. Sandığı açmasıyla meşalenin ışığının vurduğu çil, çil altınlar parladı. Asker çantasında ve cebinde ne kadar gümüş para varsa hepsini yere boşaltıp altın paraları çantasına cebine doldurdu hatta altınların bir kısmını köpeğin uzandığı mavi örtü’ nünün üzerine koydu. Elini sandığa dokunarak çakmağı bulmaya çalıştı yoktu. Arkasını döndüğünde yerde yatan üniformalı ve zırhlı eski zamanlardan kalmış birkaç eski askerlere ait olduğu anlaşılan kemikler gördü. Bir askerin elinde sıkıca sarıldığı deri bir çanta vardı eğilerek aldı ve açtı içerisinden düşen bir parça bez üzerine is ile eğri büğrü yazılmış, zor okunan “Sakın! Yaşlı cadı’ ya güvenme yazıyordu ” Asker kutuyu deri çantaya koyarak sardı. Sandığın kapağını kapattı. Dev köpek tekrar ayağa kalkarak sandığın üzerine çıktı.
Asker yerdeki bezi altınları ortasına koyarak çıkın haline getirdi. Sonra aşağı sarkıttığı ipe tutunarak yavaş ça yukarı tırmanmaya başladı. Asker ağacın tepesine ulaştığında mavi beze sardığı, çantasına cebine doldurduğu altınların ağırlığından çok yorulmuştu ve hava kararmaya başlamıştı. Yaşlı kadın askeri görünce heyecanlanıp “ Aldın mı? Aldın mı kutu mu ?” diye seslendi. Asker “ Bekle! Aşağı geliyorum, bana yardım et ” diye seslendi. Oyuktan çektiği ipin ucuna bağladığı mavi bez ve çantasını bağlayan asker yavaşça aşağı sallandırmaya başladı, kadın heyecanla ve olayların yavaş ilerlemesine sinirli olan, Yaşlı kadın “Sen alacağını aldın zaten, kutuyu aşağı at bana” Asker “Bekle! Dedim kadın neden sabırsızlanıyorsun? Bana aşağı inmem için yardım et” Yaşlı kadın “Hadi o zaman acele et in hemen” Asker yaşlı kadının aceleciliği ve hareketlerinden ona şüphe ile yaklaşmaktadır. Aşağı indiğinde yorgun asker ağacın altına çöker. Yaşlı kadın “Hadi artık çakmak kutusunu ver artık!” Asker iyice şüphelenmiştir, onun cadı olup olmadığını anlamak için. Asker yaşlı kadına “Sen eski bir çakmak kutusunu ne yapacaksın yaşlı bir kadınsın bana verdiğin çıkının içi altın para dolu bunu al git, hizmetçiler tut kendine bir ev al ateşi onlar yakar bu kutuya ihtiyacın olmaz ömrünün sonuna kadar yetecek para var burada” Yaşlı kadın sertçe “ Sen anlamazsın ver o kutuyu bana” Asker kutuyu kılıfından çıkarır “Bu kutu neden bu kadar değerli, sana vermek yerine ırmağa atsam”
Yaşlı kadın “Anlaşma yaptık o kutu benim ver onu bana” diye bağırdı. O zamana kadar sakin olan asker ayağa kalkarak “Sus! Kötü cadı, sen kötü birisin bu kutuyu alamayacaksın benden” Yaşlı kadın gülerek “Çok zekisin benim gerçek bir cadı olduğumu öğrendin demek, şimdi benim kim olduğumu bildiğine göre kutuyu bana ver ve buradan git ”
Asker “Aşağı indiğimde bir sürü askerin kemiklerini gördüm. Bu kutu onunla ilgili olmalı” Yaşlı cadı “Evet! Dedim ya çok zekisin, sanırım başka bir asker bulmalıydım. Seni lanetlemeden hemen ver elindekini bana” Asker “Şimdi anladım aslında ben bu kutuyu sana verirsem buradan asla gidemeyeceğim o yüzden bu kutuyu asla alamayacaksın benden” Yaşlı cadı gülerek “Evet aslında her yüz yılda bir bu kutu yerine geri döner ve bir sadece cesur bir asker onu alabilir ve bana gençliğimi geri getirebilir.” Asker “O zaman asla alamayacaksın” dedikten sonra çakmak kutusunu çantasına soktu, hızla kılıcını çekti ve bağırdı. “ Defol! Buradan pis cadı” Yaşlı cadı ağzıyla bir şeyler mırıldanıyordu. Birden bire kılıcın cadıya değmesiyle cadı ortadan kayboldu, asker etrafına bakındı ama hava iyice karadığından hiçbir şey göremedi. Bir süre bekledikten sonra ırmağın şırıltısı tedirgin eden bir baykuş sesinden başka ses duymayan asker kılıcını kınına koyduktan sonra mavi örtüdeki altın çıkınını aldıktan sonra patika yolu takip ederek kasabaya ulaştı. Kasaba’ da yanan ışıklar taş döşeli yolu pırıl, pırıl aydınlatıyor. Müzik sesleri ve kahkahalar dışarı taşıyordu. Asker hanın kapısını büyük bir gıcırtıyla açtı ve içeri girerek büyük uzunca müşteri karşılama masasına ilerledi. Siyah bir yelek giymiş kıvırcık saçlı yuvarlak gözlüklü ön tarafı hafif kel hancıya yaklaşıp “Bana bir oda ve banyo için sıcak su arkasından en güzel yemeklerden donatılmış bir masa istiyorum”
Komik görünüşlü hancı askeri biraz süzdü çizmelerinden başlayarak üstü başı çamur içinde hatta yüzü bile kirli bir asker oda istiyordu. Hancı “Bayım biz ülkemize hizmette bulunmuş askerleri her zaman severiz fakat yine de sormak zorundayım tüm bu istediklerinizi ödeyebilecek paranız var mı?” Asker elindeki çıkını uzun masanın üzerine bırakarak “Olmasa sizden zaten böyle bir şey istemezdim herhalde” dedi. Para ile dolu altın çıkını masaya değdiğinde çıkardığı metalik altın şıngırtısından içerisinde bir sürü altın olduğunu duyan hancı “Affedersiniz beyzadem! Kusuruma bakmayın hemen size bir oda veriyorum, banyonuzu da hazırlatıyorum.” Asker odasına çıkıp banyosunu yaptı. Yıkanması için elbiselerini hancıya verdi. Kendisine güzelce bir ziyafet çektikten sonra deliksiz bir uyku çekti. Sabah ilk iş kendisine yeni ve güzel elbiseler aldı ve daha iyilerinin dikilmesi için kasabanın terzisine bolca altın verdi.
Kasabalı eli açık cömert beyzadeyi pek sevdi, onunla tanışmak ve arkadaş olmak için sık sık ziyaret ettiler. Asker bir anda çok sevilen birisi olmuştu. Her akşam ziyaretine gelen dostlarıyla yediler içtiler, eğlendiler. Bir gün dostlarından birisi “Ülkemizin kralı müneccim başına yıldız falı baktırmış, ona çok uzaktan gelen askerin prensesle evlenerek ülkeyi yöneteceğini söylemiş, o kadar prens ya da kral varken sade bir askerle evlendirmeyeceğim diyerek, sinirlenen kral şehre yakın kasabamızın hemen dışına bir kale inşa ettirdi. En büyük kulesine dünyalar güzeli kızını kapattırdı. Yıllardır sadece sabah kahvaltısı için kuleden iniyor ve kral ve kraliçe ile kahvaltı yaptıktan sonra geri kuleye kapatılıyor. Kraliyet muhafızları ve kral ve kraliçe dışında kimse onu göremiyor. ” dedi.
Askerin içini bir merak kapladı nasıl birisiydi acaba? Denildiği kadar güzel miydi? Asker her gece prensesi düşünerek yatmaya başlamıştı ama zengin olması onu görmesi için yeterli değildi. Hem zaten her akşam ziyarete gelen dostlarıyla yemek içmek eğlenceler tertip etmek pahalı bir işti cadıdan aldığı altın paralar suyunu çekmiş nerdeyse bir avuç altın kalmıştı. Ertesi sabah hancı kapıyı çalarak sertçe “Bir süredir dostlarınızla yediniz içtiniz hiç ödeme yapmadınız eğer ödeme yapmazsanız bu odayı terk etmeniz gerekiyor.” dedi. Asker son altınları hancıya uzattı. Hancı “Burada borçlarınızı çıkınca sadece bir hafta kalmanıza yetecek oda kirası var. Başka paranız yoksa yiyecek veremem ” dedi ve gitti. Asker beş parasız kalmıştı. Kasabadaki dostları parasının kalmadığını öğrenince ziyaretine gelmemeye başladılar.
Artık dostları da yoktu, aç ve yalnız odasında karanlıkta otururken odanın köşesinde bulduğu mumu yakmak istedi ve aklına köşeye dayadığı askeri çantasında duran cadıdan aldığı çakmak kutusu geldi. Çantasından deri kutuyu aldı, Hızla deri kılıfı çıkarıp bir kenara koydu, kuru dalların üzerine çelik parçasını çakmak taşına sürttü, aniden o kadar parlak bir ışıkla birlikte genişleyen bir helezon belirdi askerin indiği oyuktaki ilk kapıda gördüğü siyah küçük köpek “Ne emredersin sahip?” diye konuşunca korkmuş ve şaşkın asker “Bir kese para ” diyebildi. Köpek kaybolduğu yerde bir kese bakır para belirdi. Asker merdivenleri üçer beşer hızla inerek hancıya vererek “Bana yiyecek bir şeyler getir ” dedi. Karnını doyurdu sonra odasına giderek çakmak kutusu ile denemeler yaptı. Kutu sihirliydi üç kez çakmak taşına vurduğunda altınların koruyucusu en büyük köpek, iki kez vurduğunda gümüş paraların koruyucusu köpek, bir kez vurursa bakır paraların koruyucusu olan köpek geliyordu.
Asker artık cadının kutuyu neden? O kadar çok istediğini biliyordu, kutunun nasıl çalıştığını da öğrenmişti. Asker artık ne kadar paraya ihtiyaç duyarsa o kadar getiriyordu. Böylelikle artık para sıkıntısı yaşamıyordu. Bir gün odasında uzanmış prensesle nasıl? Buluşabileceğini düşlerken neden? Kutuya söylemiyorum prensesi buraya getirsin diye düşündü. Ama asla büyük köpeği çağırmayım ki prenses korkmasın diye düşündü. Bu düşüncesini hemen uygulamak için en küçük köpeği çağırdı. Parlak ışıkların ardından odada beliren köpek “Ne emredersin sahip” dedi. Asker “Karşıdaki kalenin en uzun kulesine hapsedilmiş prensesi bana getir hemen” ışıltılar eşliğinde kaybolan köpek çok geçmeden sırtına aldığı prensesi askerin bulunduğu odanın penceresinden içeri getirdi. Asker Dünyalar güzeli prensesi görünce ondan çok hoşlanıp “Hoş geldin prensesim ” diyerek onu alnından öperek uyandırdı. Prenses rüya gördüğünü sanıp şık giyimli askerle konuştu sohbet etti. Sabah gün ağarırken asker prensesi tekrar kuleye gönderdi. İkinci gün asker hava kararınca prensesi getirip ona yazdığı şiirleri okudu dans ettiler. Gün daha aydınlanmadan asker prensesi tekrar kulesine yolladı. Prenses, kral babası ve kraliçe annesi ile kahvaltı ederken “Anneciğim ben her gece uyuduktan sonra aynı adamı rüyamda görüyorum şiir okuyor dans ediyoruz ve ben sabah bu rüyadan uyanıyorum ne kadar ilginç değil mi?” diye sordu Kraliçe “Evet kızım” diye geçiştirmesine rağmen şüphelendi, içine bir kurt düştü “ Ya rüya değilse” gece uyumayıp takip ettiğinde bir köpeğin kulenin penceresinden, prensesi alıp gittiğini gördü fakat yetişemedi. Ertesi gün sarayın terzisine küçük keseler diktirip bunu kızının geceliğine tutturdu. Saray muhafızlarına gece yarısı atlarını hazır tutmalarını emrettikten sonra beklemeye başladı. Her gece olduğu gibi köpek hızla gelip prensesi aldığıyla gitti. Saray muhafızları ve kraliçe çok hızlı olan köpeğe yetişemediler, fakat önceden kraliçe hazırladığı keselerin içerisine un doldurmuştu. Kraliçe “Çabuk yere dökülen unları takip edin, kızımın yanında kim varsa yakalayıp getirin bana” diye gürledi. Saray muhafızları hemen askerin kaldığı hanı bulup sardılar ve aniden içeri daldıklarında prensesle dans eden askeri kıskıvrak yakalayıp zindana attılar. Kral bu duruma çok sinirlenip yargıçlara “Bu adam kralın emirlerine karşı geldiğinden vatana ihanetten yargılayın” emrini verdi çünkü birini sevmek ülkede suç değildi. Yargıçlar krala karşı gelemediklerinden askerin savunmasına bile gerek görmeden vatana ihanetten suçlu buldu.
Baş yargıç “Yüce kralımızın emirlerinin dinlemeyen bu adam, prensesi bulunduğu kuleden kaçırmak suretiyle alıkoymuştur. Kralın emirlerine karşı gelmek vatana ihanettir. Bunun cezası ise asılarak idam edilmektir. En kısa zamanda asılma uyun olduğundan ceza yarın öğleden sonra büyük meydanda uygulanacaktır.” Dedi tokmağıyla masaya vurdu “Mahkeme bitmiştir.” Asker “Savunma yapmama izin verin birisini sevmek nasıl suç olabilir?” dediyse de yargıçların dinlemeye niyeti yoktu. Asker zindan atılır, çaresizlik içinde geceyi zor geçirir. Sabah erkenden dışardan gelen çekiç seslerinin geldiği yere doğru bakan asker meydana kurulan darağacı, onun tam karşısına kralın yargıçların duracağı yerlerin bile hazırlandığını görmüştür.
Güneş artık tam tepeye ulaştığı öğlen vakti gelmişti, halk birazdan yapılacak idamı izlemek için yavaş ça zindanın pencere parmaklıklarının baktığı dar sokaktan geçerek kasaba meydanını doldurmaktadır. Asker parmaklıklardan sokağa bakarken aşağıdan ayakkabılarını aldığı dükkânda çalışan ayakkabıcının çırağını tanıyarak aşağı seslendi “Hey evlat beni hatırladın mı?” çırak başını salladı “Hıhı! Siz geçenlerde aldığınız ayakkabıyı giymenize yardımcı olduğumdan bir gümüş para bahşiş vermiştiniz.” Asker “Tamam evlat bir altın kazanmak ister misin?” Çırak “Tabi isterim efendim” Asker “O zaman handaki odama git köşedeki çantanın içerisinde deri kılıflı çakmak kutusu var onu bana getir ama çabuk ol!” çırak koşarak hana doğru gitti. Güneş etkisini kaybetmeye başlamıştı, çıraktan da haber yoktu zaman hızla azalıyordu. Yargıçlar ve saray muhafızları yerini almış uzaklardan kral ve kraliçenin bindiği arabayı çeken atların nal sesleri duyuluyordu. Zindandaki muhafızlar, harekete geçmişler askerin bulunduğu yere yaklaştıkları ayak seslerinden belli oluyordu. Pencerenin altından bir ses duyuldu “Bayım orada mısınız?” Asker “Evet buradayım acele et hemen at elindekini bana ” Çırak elindeki kutuyu askerin olduğu parmaklığa fırlattı. Asker yakalayıp “Teşekkürler evlat. Sana olan borcumu fazlasıyla ödeyeceğim merak etme.” Dedi. Tam o sıra muhafızlar zindanın kapısına askeri almak için gelmişlerdi. Asker çakmak kutusunu açtı, arka arkaya çeliği çakmak taşına vurarak köpeklerin üçünü’ de çağırdı. Altının koruyucusu büyük köpeğe “Sen muhafızların hepsini yakala” , Gümüşleri koruyan köpeğe “Sen yargıçları yakala” , küçük köpeğe ise “Sen kral ve kraliçeyi yakala ”dedi. Dev köpeğin meydana koştuğunu gören kalabalık birden bire dağıldı. Muhafızlardan bir kaçı kılıçlarını çekip dev köpeğe hamle yaptıysa da, Dev köpek bir pençe darbesiyle muhafızların birçoğunu hava savurdu. Hava da Uçan askerler her biri kasabanın değişik yerlerine düştüler. Bunu gören muhafızlar canlarını kurtarmak için oradan kaçtılar. Diğer köpek yargıçları yakalamış askeri mahkûm eden baş yargıç tam kaçmaya çalışıyordu, onu bacağından ısıran köpek başyargıcı havaya fırlattı.
Havalanıp yargıçların oturması için ağaçtan hazırlanmış platforma çarpan baş yargıç orada kocaman bir delik açtı. Kral ve Kraliçe gördükleri bu korkunç manzara karşısında korkudan neredeyse dillerini yutacaktı. Küçük köpek bir pençesiyle kralı diğer pençesi ile kraliçeyi yere yatırmış üzerlerinde oturuyordu. Kral “Tamam seni bağışladım tahtım senin olsun kızımla evlenebilirsin.” Diye bağırıyordu. Bunu duyan asker muhafızlara ilk emrini verdi “Kuleden prensesi getirin ve düğün hazırlıklarına başlansın” Saray muhafızları korkuyla karışık bir şaşkınlık içinde dikilirken, Kral bu sessizliği bozdu “ Ne bekliyorsunuz? Damadım olan yeni kralı duymadınız mı hemen prensesi buraya getirin. ” kuleden çıkarılan prens hızla askere koşup sarıldı. Asker ülkesini adaletle yöneten adil bir kral olarak bilindi ve sevildi. Prenses yani yeni kraliçe ve çocukları ile sonsuza kadar mutlu yaşadılar. Ha bu arada asker kendisine yardım eden ayakkabıcının çırağını unutmadı. Onu sarayın baş ayakkabıcısı yapıp ona ve ailesine bir ömür boyu yetecek kadar altın para verdi.
Thinderbox – sihirli çakmak – sihirli kutu . The Tinder Box – Hans Christian Andersen